1 Nisan 2022 Cuma

Almancı valizi

 Mutfaktan su almaya gittiğinde, gözü takvim yaprağına takıldı.Tam o günde kalmıştı yaprak. Kısa bir tereddütün ardından, takvime yaklaştı.Kopardığı yaprağı kokladı, öptü…Öperken tuz tadı geldi ağzına, oluk oluk akan gözyaşlarından… 

Diğer yaprakları tek tek, sakince kopardı. Bir, iki, üç….yedi…on sekiz…Otuz dört…Cenazeden sonra tam otuz dört gün mü geçmişti? Hala inanamıyordu.Ani ölümlerde olurmuş böyle reddetme hâli kızlarının zorla götürdüğü doktor söylemişti.Ah an ne ciğim dedi, hıçkırdığı için kesik kesik duyulmuştu. Çocuk gibi görünüyorum diye düşündü.Boyu kadar iki kızı da olsa , iki çeyrekliği devirse de, insan yaşı kaç olursa olsun annesinin yanında çocuktu bir tek. O da artık çocuk olamayacağına göre, onu hatırlarken bari çocuklaşabilirdi. 

Bir hışım odaya gitti, sandığın içinden eskimiş fotoğraf albümlerini çıkardı. En son annesinin mis gibi kokan elleriyle dokunduğu albümlerden birini aldı. Erkek kardeşi, eşinden boşandığında,tüm itirazlarına rağmen albümden gelini olacak kadının fotoğraflarını kesmişti bir bir. Madem hayatımızdan çıkıyor, albümümde de yeri yok demişti, bundan dört ay önce kadar. Ve işte o gün  bugündür, annesinin çeyiz sandığının içerisindeydi albüm. Baktı, uzun uzun baktı. O kadar ağlamıştı ki, uyuşmuştu sanki. Öylesine bakıyor gibiydi. Derken bir fotoğrafa ilişti gözü. Şeffaf koruyucunun içinden çıkardı, aldı.Unuttuğu bir ana ışınlandı sanki bir kaç saniyeliğine tüm detaylarıyla.  

Henüz beş yaşında filandı fotoğrafta.Babası , Almanya’dan izine gelmişti o günün sabahında.Bir sürü çikolata, oyuncak bebekler, yeni giysiler getirmişti. Ah ne severdi o her yıl gelen valizlerin açılma anını. Hiçbirine tam odaklanamaz, hangisine sevineceğini bilemez, babasını koşar öperdi. Canım babacım çok seviyorum seni, sen hep gel derdi. Herkesi güldürür, ‘demek hediye olmasa sevmeyeceksin beni köftehor’ diye sitem eden babasına da hayır babacığım öyle değil diyerek tekrar sarılır, onun da gönlünü alırdı. İşte, bu fotoğraf da, babasının Almanya’dan abisi için getirdiği şipşak fotoğraf makinesinin ilk fotoğrafıydı. Valiz açıldıktan, o özenli kahvaltı sofrasından kalktıktan sonra babası istirahat için odasına çekilmiş, çocuklara da sessiz olmaları tembihlenmişti. Abisi, yeni oyuncağını almış incelerken, kendisi de bir süre babasının odasının etrafında tur atmış, sonra kapının önüne çıkmıştı. Yemeklerden kalanlarla beslediği , bahçe kedisini görüp kucağına almıştı sevinçle. Bebeklerini, tüm hediyelerini bir bir anlatmış babasının bir gün onları da yanlarında götüreceğini söylemişti Boncuk’a. İçi içine sığmıyordu. Kediyi sarılıp öpüyor, babasının uyanmasını bekliyordu.Tam içeri girip bir parça alaman çikolatası alacaktı ki ; abisi seslenmişti : Emine! Click.  

Elindeki fotoğrafa bakıp tüm bunları hatırladığında buruk bir şekilde de olsa gülümsedi-otuz dört gün sonra ilk kez. Kendi çocukluğuna, anne ve babasının ruhlarına sarılıp öptü sanki. Fotoğrafı telefon kamerasıyla çekip, abisine attı; “Biz de bir zamanlar çocuktuknotuyla. 

9 Nisan 2020 Perşembe

Yabancı

Kendinden kaçmak istediği zamanlarda, O’na benliğine dair “bir şey” hatırlatan her şeyden kaçardı. Bazen bir film karesi, çoğu zaman bir şarkı, daima da yaşayan insanlar olurdu kaçtığı..
Hepsinden kaçmak kolay, insandan kaçmak zordu. Öyleyse , kaçmamış gibi yapıp, hem var hem yok olabilirdi . Belki de bu yüzden, iç savaşlarından kimseye bahsetmez, kendisine saklardı. Bu duyguların hangisi sahici, hangisi anlık bir anlamlandırmaydı, onu da bilmiyordu tabi.. Hiç de bilmedi..Çünkü, etrafı anlatıcılarla çevriliydi..Hikaye anlatıcılar, sizi temin ederim, bir gerçeklik olmasına ihtiyaç duymaksızın, sadece kendi inandıkları gibi anlatırlardı bir yerlerinde mutlaka kendilerine dair bir iyilik, mağduriyet veya başarı(!) olan hikayelerini... Size de inanmak kalırdı. İnanmış gibi yapmak da bir seçenekti. Ve 29 yıllık varoluşunu , mış gibiye adaması da bu yüzdendi işte..
 Gösterilen gerçekliğe inanmayıp, kendi gerçeklik arayışı da işte bu yorgunlukla başlamıştı.  Ve pek tabi, tamamlanmamıştı ruhu, bedeni, hiçbir şeyi..Tamamlanmışlık hikayeleri ruhunu bir karanlığa hapseder, tarif edemeyeceği bir sıkışmışlık yaratırdı çocukluğundan beri.. Yarım kalmış hikayeleri daha samimi bulması bundandı.Bir gün tamamlanırsa şayet, sonuç istediği gibi çıkmadığı için ilkel benliği zedelense bile, hissettiği gerçeklik galip gelirdi  biliyordu. Böyle olmuştu hep..
Bir keresinde mesela, kendi oluşturduğu korku çemberinim içinde kalmıştı. Yaşamının en önemli kararlarından birini vermesi gerekirken(bu yıllardır inanmış gibi yaptığı cümlelerdendi), yarım bırakmıştı korkuyla. Tüm kendine kızgınlığı yavaş yavaş sakinlerken, eş zamanlı görmüştü iyileştiricisinin de bu olduğunu.. O’na öğretildiği gibi değildi hayat, biliyordu daha başkaydı. Herkes için öyle başkaydı ki; aynı olayda yaşanılan deneyimler.. Nasıl olur da, insan henüz kendini bilmezken , başkasını bu kadar bilebilirdi..
“Korkularının üzerine git!”,
”Hadi bunu yapabilirsin” , 
“Sana inanıyorum , başarabilirsin.” gibi kalıplaşmış replikler,
kendi tecrübelerini en doğru kabul eden ve ikna edici pek çok sebep bulabilen hikaye anlatıcıların cümleleriydi..  
Ve insan, sadece kendine yabancıyken başka hikayelere koşulsuz inanırdı..

17 Mart 2020 Salı

Ruh-i

Sevgili Ruhi,
Seni ayrı severdim ben.. Hırs olmayan gözlerindeki şefkat, ruhumun tüm yaralarını sarardı. Her bir yaranın oluşma sebebini bulur, gerekçeleri ve bahaneleri ortadan kaldırır, şansa bırakmazdın beni..
Oysa çok iyi bilirdin ki , şanslıydım ben ; alabildiğine dolu bir toplu taşımaya biner binmez yer bulmuşcasına şanslı..Yine de , sonsuz olasılıktaki ihtimallere bırakamayacak kadar severdin beni..
Bir sana güvenirdim ben. Bir sana anlatabilirdim kendimi . Yanında koşulsuz kendim olabilmem mi, sözsüzlüğünle  bile bana kendimi yansıtabilme özelliğin miydi sebebi bilmiyorum, kör bir güven verirdin bana. Ruhumun tüm karanlık yerlerini, daha ben anlatmadan görür, iyileştirirdin hemen oracıkta bazen kendini karartarak. Senden öğrendim ben,  ruhu karanlığın yanında karanlık olmayı ve bunun nasıl iyileştirdiğini.
Bana hep , yalnız değilsin derdin. Sana yalnız olduğumu kanıtlamak için girdiğim savaşta yorulur, “tamam” derdim en sonunda “teslim oldum!”..
Görmediğimi zannettiğin, aslında gördüğümü görmeni istemediğim bir gülüş savururdun sonsuzluğa.. O gülüş öyle yakışırdı ki sana,  hep aynı saflıkta kalsın diye -hiç görmemiş gibi devam ederdim konuşmamıza. Kim bilir , belki sendin görmezden gelen. Bana bu küçük hazzı bağışlayan..
Ruhumun tamamlanmayan bir parçası var derdim sana.. Hatırlıyor musun?
Tamamladığın an, sonsuzluk başlar derdin.
Anlamazdım seni.
Ah Ruhi.
Şimdi aradan yıllar geçince fark ediyorum ki ben hiç anlamamışım ki seni. Denememişim bile. Hep bir gündemim varmış ,beni o günün yıldızı yapan..
Belki senin de anlatmak istediklerin vardı, hiç müsade etmedim ilginin üzerinde olmasını seven ve onu kimseyle paylaşamayan bir çocuk gibi..
Çocuktum ama Ruhi. Korkularını duymaya cesaret edemediği için bir köşede şarkılar söyleyen küçük bir çocuk..
Hala öyleyim, biliyorum.
Kaçıyorum, beni büyüten her olaydan, kişiden veyahut durumdan..
Hiç büyümek istemedim ki ben.
Ama sen,  öyle güzel besledin ki beni...Ruhum, ilk kez peynir-reçel yemiş gibi dengeli bir iştahtaydı, hatırlıyorum.
Sen başardın biliyor musun? Bazen hareketli şarkıdaki hüzünlü bir nota oldun da sızın düştü bedenime , bazen de  durağan bir şarkıdaki ufak bir artış oldun yükseldi ruhum ellerinde..
Sayende öğrendim, istemenin her şey ve hiçbir şey demek olduğunu. Sayende öğrendim, tamamlanmanın dekonstrüksiyonunu ..
Sen sahip olduğum en güzel şeysin Ruhi.
Şimdi ben susacağım, sıra sende :

https://youtu.be/6h9XUYj96ho


.
.




13 Temmuz 2019 Cumartesi

İklimsel Analiz

İklimsel zenginliği olan biri değildi.
Ruhu karasal iklimi temsil ederken, bedeni ise bu kuraklık sebebiyle step bitki örtüsüne sahipti sanki.
Karasal iklime sahip her kimse gibi, mevsimleri keskindi..Yazları kısa ve sıcak, kışları uzun ve ayaz hissederdi.
Bu ikisini de öylesine yoğun hisseder ve hissettirirdi ki, kaçmak için mevsimsel göçler çekerdi canı..
Bırakıp, sıcak iklimlere gitmek...Korkardı çünkü soğuktan. Hiç geçmeyecekmiş gibi gelirdi ruhunda duyumsadığı o uzun kış mevsimi..
Yazınsa o kuraklığı iliklerinde hissetmek için geri dönmek isterdi. Ne de olsa orda doğmuştu, sıcak bir yaz gününde.. 
Bir an bir sıcaklık duydu doğumuna bile. 
Ayna karşısına geçip , bunun gibi güzellikler bulmak istedi ruhunun yansıması olan bedeninde..
Soğukluğuna kendi bile tahammül edemeyip ılıman iklime ışınlanmak isterken, o soğukluğu hissedip gitmek isteyenlere küsen yüzüydü onu aynada ilk karşılayan.
Sevmedi, bencildi o yüz..Kaçmak istedi aynadaki yansımasından.
İnsanın kendini sevmeyişi zordur. Ama affeder insan kendini. Gitmek istiyorsa bir bildiği vardır. Soğuk çatlatmıştır ruhunu..  Kendine ne kadar cömertse gitmek istemek konusunda,  başkasına o kadar cimridir. Nolursa olsun, gitmesinler, terk etmesinler ister. Bencilce olduğunu göremez veyahut görmek istemez.
Ayna karşısındayken , işte bunları düşünüyordu. Tamı tamına on sekiz dakika kırk üç saniye kalmıştı orada, oysa hissettiği bir dakika kadardı.
Makyajının ne kadar kusursuz olduğunu görmesi için gereken zaman üç ,bilemedin beş dakikayken, içindeki güzellikleri görmesi çok çok bir dakikasını alırdı.
Ruhunun çatlaklarından sızan bencillikleri görmesi içinse, tahmininden daha uzun zamana ihtiyaç duymuştu.
Kaskatı kesildi,dona çaldı içindeki ayaz..
Midesine oturan yumru hissini gördü birden aynada, kaçmak istedi yeniden.
Aynaya bakıp güzel hissettiği zamanları özlemişti, tüm insanlığın sevdiği o yazı yaşamayı ve yaşatmayı..

21 Nisan 2019 Pazar

Boşluk

Yaşamı boyunca genellemelerle bir kategoriye dahil edilmiş biri için iki seçenek vardı,ya o da yıllarca maruz kaldığı o kategorizasyonu yapacaktı ya da tanımlalardan sıyrılacaktı, üstelik bu tanımlama iyi bile olsa.
Yeni bir şey tattığında , bildiği bir tatla eşleştirmenin, yakınsamanın had safhada olduğu bir toplumda, ve toplumun her davranışını koşulsuz benimseyen bir ailede büyütülmüştü. Ve yeni bir şeyi , yeni olarak kabullenmek ruhuna aykırıydı..
Mutlaka eskilerde bir tanımı, anlamı olmalıydı. 
Taa ki, tanımsızlıklara gebe bırakılana kadar, o da her a genellemesi için bir b yanıtı belirlemişti. Her zaman olmasa da, çoğunlukla haklılardı insanlar yargılarında. 
Birgün, garip bir şey oldu. Ve işte o gün, tüm genellemeler yerini özellemelere bıraktı.. 
Denklemler, sizi temin ederim insan ruhunu birazcık bile özümsemeden, genel-geçer sonuçlar elde etmeye yarayan zırvalıklardır.. 
Onun genel olan hiçbir şeye sempatisinin olmayışı da bundandı.
Kendini avam diye nitelenen gruptan ayıran ,elit tabaka da kendi içlerinde öyle genellemelere sahipti ki, bir süre sonra kendini hiçbir yere ait hissedememeye başladı.
Aitlik, bir seçimin sonucunda hissedilen bir durumdu, ve onun doğumundan itibaren başlayan süreçte pek bir şey seçtiği söylenemezdi.
Ne var ki, buna rağmen yaşamına dokunan her şeye, her kimseye sıkı sıkıya sahip çıkmaya çalışırdı. 
Sonraları fark etti bu çabanın bir aitlik arayışı olduğunu. 
Ve buna devam etmedi.
Hiçbir şeye ait olmadan da yaşayabilirdi tam 28 yıldır yaptığı gibi..
Kocaman bir boşlukla..

3 Şubat 2019 Pazar

Adsız Yazı

Dünyayı keşfetmeye kendisinden başlamalı insan..
Nelerden hoşlanır, neler midesini bulandırır, hangi zamanlarda kimsenin onu duyamayacağı bir yerde avaz avaz bağırmak ister bilmeli.
Bilmeli ki, kendi farkındalıklarıyla gözlemleyebilsin yaşamı, başka tecrübelerle değil..
Tüm bunları düşünürken, dünyanın bir ucunda yürüyordu.. 
Sokakların nerede başlayıp bittiğini bilmeyen, zavallı bir turist gibi , insanlarca belirlenen önemli noktaları, tarihi , kültürel yerleri gezmeyecekti bu kez..
İnsanların beğenilerine göre puanladıkları restoranlarda yemek yemeyi sevmez, keşfettiği küçük bir dürümcüde daha çok lezzet hissederdi.
Ah keşke bir dürüm olsa diye geçirdi içinden..
Dış sesi, vizyonsuz dünyanın bir köşesinde alışkanlıklarını istiyorsun dedi tüm acımasızlığıyla.
Bunun gibi , ne zaman bir şey düşünse içinden, dışından sesler duyardı. 
Bugüne kadar maruz kaldığı kimselerin o yargısal sesini.. Hiç umursamadığını düşündüğü, bazense doğrudan onu bile ilgilendirmeyen yargılar en alakasız bir zamanda vücut bulur, gölge gibi takip ederdi onu. 
Kendi gölgesinden korkan biri olarak, gölgeleri sevdiği söylenemezdi. 
Buna bir son vermeliyim dedi şehrin sokaklarında kaybolurken. 
Bunca düşünceyle o kadar yürümüştü ki, nerede olduğunu, saatin kaç olduğunu unutmuştu. 
Gerçi çoğu zaman günleri bilmez, sadece kişilere ve eylemlere göre adlandırırdı onları.
Bugün ev günü. 
Bugün tek başına kahve içme günü..
Bugün sayfalarca okuma günü..
Bugün aile günü..
Aile mi vardı gerçi..
Bazen de hislerine göre tanımlardı günleri..
Bugün kimsede varolmadığımı hissettiğim gün..
Bugün korkularımla baş başa kaldığım gün..
Bugün samimiyetsizlikten midemin bulandığı gün..
Bugün hayatta en yalnız hissettiğim gün...
Eh bugüne bir isim bulmak istese, yeni gittiği bir şehri gezer gibi değil,yaşar gibi hissetmek istediği gün diyebilirdi..
Kısacık ifade edemezdi ki hiçbir şeyi zaten. .
Sıkılmıştı. 
Dünyanın neresine giderse gitsin, onu terk etmeyen korkuları vardı. 
Böyle hissetmesi için kendince sebepleri çoktu. Oysa yakın çevresindekiler , o bunları anlatmaya çalıştığında, kısa cümleler kuramadığından mı bilinmez, sıkılırlar ve “sana öyle geliyor” diye kestirip atarlardı. Otorite onlardı çünkü, yanlış düşünense hep sen..
Ona öyle gelmiyordu. 
Herkes anlatıyor, herkes ilgiyle dinlenmenin , sevilmenin hazzına varıyordu. 
Onu dinleyenler de olmuştu elbet.. Yaralarını, kabuk bağlamasını beklemeden sıcağı sıcağına gösterdiği bile olmuştu.
Bir süre sonra, 
O insanların yaralarını gördüğünde , bunu hatırlatacak en ufacık bir harften , bakıştan veya mimikten kaçınırken,insanlar hatırlatmak için sanki ,uzun cümleler kuruyorlar gibi hissetmeye başladı. 
Sessizleşti.
Çok istedi, sessizlikte anlaşabilmeyi. 
Dünyayı bile başkalarının tecrübeleriyle gezen insanlara, ruhumun en derinliklerini keşfet dese ne çıkardı ki, tek bildikleri yoldan, senin kendini anlatabildiğin kadar olan kısımdan , seni tanıdıklarını zannetmeye devam edeceklerdi..

10 Kasım 2018 Cumartesi

Özgürlüğün kıyısı

O günkü son kahvesiydi sütsüz ve şekersiz..28 kupa kahve içip, yastığa başını koyar koymaz uyuduğunda hayatın kalıplardan ve sınırlardan olmadığını keşfetti. En azından onun için, bunu yersem uyuyamam, şunu içersem rahatsız eder yoktu.. Şanslı hissetti, en sevdiği his, en sevdiği eylemle buluştuğu için.. Özgürlük ve yemek !
Kalıplardan her zaman nefret ettiğinden olacak, derslerinde pek başarılı sayılmazdı. Öyle ya, üniversitede severek okuyacağını düşündüğü bölümde bile, okunması gerekenler listesi vardı. Hayır , eğitime karşı falan değildi. Eğitim adı altında, neyi okuyacağının belirlenmesine karşıydı. Belki kendi hür iradesiyle seçebileceği bir kitabı, “sırf gerektiği için” okumayı reddediyordu ve bu içsel bir tepkiydi genelin parçası olmaya dair..
Yaptığı şeyleri gereklilikten değil de, isteyerek , benimseyerek yapabilme özgürlüğü yaşamı boyunca kurduğu hayallerin bütünüydü esasen, ve belki de bu yüzden, istemeyerek yaptığı her şeye eser miktarda  benliğinden bir parça ilave etti..Hem var hem yok oldu böylece içsel döngüsünde.  
Taa ki o güne kadar.. 
Artık sadece varlığını hissetmek istiyordu, veyahut yokluğunu. 
Sıradan başlamıştı gün.. Erken başlayıp , geç biten her gün gibi, keyifli ve yorucuydu. Hiç ilgisini çekmeyen yaşamlar, o kimseler ve sorunlar, en önemlisi milyon kez anlatılsa bile , ilk kez anlatılıyormuş gibi heyecanla (!) dinlemesi ,günün ne kadar sıradan olduğunu anlatmaya yeterliydi..
Gün sonu geldiğinde, gece diye tabir edilen o zaman dilimi, onun gündüzü olmuştu. 
Acele bir kararla yataktan fırladı..Uyumak zaman kaybıydı ve onun tek ihtiyacı biraz zamandı..
bu saatte açık yer bulamayacağına göre, kendi kahvesini kendi yapacaktı. 
Zaman zaman , gün doğumunu izlemek için gittiği ücra köşeye vardığında, henüz zifiri karanlıktı her yer..
Oh dedi, yetiştim.
Yıldızlara seslendi, dalga seslerine. 
Bu kez siz beni izleyip dinleyeceksiniz, benim gün doğumum dedi. 
Ve anlattı onlara, içinde fark ettiklerini.. Hayallerini,uçsuz bucaksız özgür düşlerini anlattı. Aydınlandığını hissetti, köşede kalmış her hissinin bir bir , yeniden ortaya çıktığını.. 
Oralı olmadı yıldızlar, ilk kez dinlemiyorlardı ve şaşırmış gibi yapmayacaklardı .  Ee vakit de gelmişti artık kaybolmaları gerekiyordu tabi.. 
Deniz biraz daha umut vericiydi. Esirgemedi dalga seslerini güneşin ilk ışıklarına rağmen.. Hatta arada dinlediğini göstermek istercesine , onun kelimeleriyle hırçınlaşıp, gözyaşlarıyla sessizledi. 
Rahatlamıştı. 
Nitelikli yalnızlığında hissettiği varlık hissiydi onu hafifleten. Özgürlüğünü kısıtlayan zorunlu kalabalıklar değil. 
Gün telaşı başlayınca sabah gerginliği oluşan yüzlerde, onun kaybolma zamanı da gelmişti..Esasen bu bir kayboluş değil, varoluş meselesiydi.

Bir kişinin daha vakti gelince giden yıldızı ve sürekli onaylamak zorunda kalan denizi olmak istemediğini artık çok iyi biliyordu...