16 Kasım 2013 Cumartesi

retro merve der ki.

Gittikçe kararan bir dünya. Güzelliklerin gittikçe çirkinleştiği, o saflığın, duruluğun yerini kurnazlıkların aldığı,çöküşlerin an meselesi olup,kalkışların bir hayale dönüştüğü dünya..Haksızlıklarla dolu, ben merkezli dünya. Uygarlık adına, kendimizden her gün biraz daha uzaklaştığımız bir dünya..Çünkü,insanın ruhu bir kez zehirlendi mi ne maddi ilaçlar fayda ediyor, ne de yaşamına uzanan eller. Kendinden o denli uzaklaşıyorsun ki, yaşamındaki eksikliğin, mutsuzluğun kaynağının nolduğunu fark etmen uzun yıllarını alıyor.Öyleki, içimizde doğuştan varolan zamanla yok olmaya yüz tutmuş güzelliklerin, yeteneklerin neler olduğunu keşfetmeden kaybediyoruz onları. Kaçıyoruz benliğimizden. Bir kaçış değil, bocalama belki. Yeni dünya düzenine ayak uydurmak ve içindeki eski ruhu taşımak arasındaki o derin ikilem.
Sonuç mu? Yeni dünya düzeni kazanıyor. Teknoloji bir adım daha öne geçiyor. Saman defterlerimin yerini, bu ruhsuz blogun almış olması da en güzel örneği bunun.
Teknolojinin tam da ortasına doğduğum halde içimde bitmek bilmeyen bir nostalji rüzgarı esmesini de anlamış değilim :) O kadar geçmişle yaşıyorum ki, 23 yaşındayım ve hala bir gelecek planım yok. O mu olsa, bu mu olsa, şu mu olsa hep bir karasızlık, hep bir kötünün arasından iyiyi seçme çabası.
Birkaç gün önce bir arkadaşımla konuşurken, 3 yıl sonra ne yapmak istediğimi sordu bana. Kariyer odaklı bir mülakat sorusuna benzese de, çok farklı bir amaçla sorulmuştu. Sanırım, gerekli gereksiz, hatıra diye tıklım tıklım eşya doldurduğum,göz yorucu teferruatlarla dolu bir evde boğuluyor olacağım. İki kişilik yaşadığım anıları bu kez içimde ve tek başıma tekrar tekrar yaşıyor olacağım. Nitekim, böyle de oluyor. 
Hayatımın en zor günlerinden birini o lanet şehre tekrar gittiğimde yaşadım. Bana başarısızlıklarımı hatırlatan o şehir, yalnızlığımı ve içe kapanıklığımı da bir kez daha vurdu yüzüme. Farklı insanlarla farklı zamanlarda anlam kazandırmaya çalıştığım ordaki günlerim, gerçekten anlam kazanmış olmalılar ki, özlem ve birazcık da nefret dolu bir hisle gezdim her bir sokağını. Ruhumun bütün kuvveti zaptedilmişcesine, tüm güçsüzlüğümle..
Artık ayırlmaz bir parçam olan,olur olmadık her yer ve zamanda ansızın dökülüp beni müşkül durumda bırakan gözyaşlarımla yürüdüm..
Birşeylere hep geç kalmışlığımın simgesiydi sanki o şehir. Güzel arkadaşlıklara, iyi bir bilgi birikimine, yarınımı şekillendirmemde en önemli etken olan özgüven oluşumuna..Her şeye çok geç, en geç kalmışlığımın şehri..En çok da hayallerime..Bıraksaydınız beni, hayal ettiğim hayatı yaşasaydım tüm o mahalle baskılarından sıyrılarak! 
Tüm başarısızlığımı bir şehre yüklemek de ne derece doğru bilemedim ama suç şehrin değil, içimde oluşturduğu o bunaltıcı hissin.
Sonra dönüş zamanı geldi, deli gibi yalnız kalmak istedim.. Kimse olmasın, kimse sormasın, kimseye birşey anlatmayayım istedim.Nitekim anlatmadım da. Zaten anlatsam da dinlemiyorlar,akıllı uslu öğütlerini vermiş olmak için, kendi vicdanlarını rahatlatmak için bir kaç şey söylüyorlar ve sanki ben bu sözleri duyar duymaz düzelmişim gibi, hatta düzelmeliymişim gibi davranıyorlar..
İnsanlar doğuştan farklılar çünkü..Yüzleri,konuşmaları,gülmeleri,yürümeleri.En önemlisi hisleri. Bu farklılık da birilerini anlamayı zorlaştırıyor. Biz bu kadar farklıyken,herkesin birbirine eşit olduğu bir toplum düzeni hayal edenler de ayrı bir mesele tabi. Ama hiç siyasete giresim yok şimdi.
Yeni dünya düzeninin benim için en önemli araçlarından biri olan mp3üm...Her an, her yolculukta, iki adımlık yürüme mesafesinde bile yanımdan ayırmadığım o müthiş cihaz..İşte şimdi onu alıp uyuma(ma) vakti.
En çok bunu dinleyeceksiniz! http://www.youtube.com/watch?v=e6hZG95TxxQ