23 Aralık 2013 Pazartesi

Merve YILDIZlar tükenmez :)

İçinde bir yerlerde hep varolan, ama ancak O'nu tanıdığında vücut bulan insanlar vardır. Sanki öbür yarın gibi. Olmak istediğin ve gerçekte olduğun hep farklıdır hani..Senin sorumsuzluğunun aksine, sorumlu, senin kötü niyetli olduğun yerlerde sana sakince düşünmeyi gösteren, içindeki en iyi tarafındır..Gerçekte olmak istediğin kişidir..
Öyle güzel, öyle başka tanımlar ki arkadaşlığı..Kafandaki tüm o arkadaşlık tanımlarını yıkıp, yepyeni bir tanım getirir yaptıklarıyla,yapamayıp yapmak istedikleriyle..Düşünmeye başlarsın o yokken nasıldı acabayı..Kimsenin bu denli iyi olamayacağına dair inancın birden yıkılıverir.
Bundan tam 4 yıl önce, biz birbirimizi tanımazken isimlerimiz birbirini tanımıştı. Öyle aynıydı ki :) Kocaman dünyanın aslında nasıl küçük olduğunun en güzel örneğiydik biz Merve YILDIZlar. O iyi,sevimli,sıcakkanlı ve sakin olan, bense bunların tam zıttı olan işte.. Hesap kartlarımızın karıştığı,kredi alacağımız ilk gün, ben kendi paramı çektiğimi sanarken, o şaşkın gözlerle boş atmye bakakalmış :) Böyle başladı tanışmamız..
Sonra, 1 yıl sonra, soğuk yurdun sıcacık bir odasında kesişti hayatlarımız.Gerçek tanışmamız :) 
Hayatı kolaylaştıran yapısını fark ettiğimden mi, yoksa gerçekten ihtiyacım olduğundan mı bilinmez, ilk iyiliğimi istemiştim ondan o gün oracıkta..Tüm samimiyetiyle gülümsemiş ve ricamı yerine getirmişti. Canım Mervem..
Aynı odada olmanın gerektirdiği soğuk merhabalara, samimi gülümsemelerimizi katıp, aramızdaki görünmez duvarı yıkıverdik aniden..Ve ben sonraları aynı odada,birbirimize yakın olmadan geçirdiğimiz her bir dakika için üzüldüm, durdum..
Yaşamadıklarını, sanki yaşamışcasına hiç yadırgamadan dinleyen,anlamaya çalışan benim güzel Mervem..
Sana dair yazacak o kadar çok şey var, özlemime dair yazacak hiçbirşey yok. Öyle tarifsiz,öyle çok özlüyorum ki, zamansızlığın içinde birbirmize ayırdığımız o özel anları..Uzun konuşmalarımızı..Seni tanımlayan en güzel kelime olan iyiliğinle,bana örnek oluşunu..Çok çok çok seviyorum seni. Böyle inanılmaz çok.
Ve işte bugün senin doğum günün.İyi ki doğmuşsun, iyi ki benim yaşamıma doğmuşsun o güzel gülüşünle. Aramızdaki mesafelerin,mutluluğunu paylaşmama engel olduğunu sanıyorsan,yanılıyorsun :) Ben geçen yıldan kalan,doğum günü fotoğraflarımıza bakarak kutluyorum burda doğum gününü ve elbette her baktığımda o günleri yaşıyormuşcasına hissettiğim diğer fotoğraflarımıza :) 
Nolursa olsun, nerde olursak olalım, her an,her dakika konuşamasak da hayatının bir köşesinde hep varolmak dileğiyle.
Musmutlu yıllar adaş ve soyadaşım :)
Senin de en sevdiğin şarkılardan biridir,bilirim : http://www.youtube.com/watch?v=Y1R7OHR2PEk 























20 Aralık 2013 Cuma

The Four Seasons

Bazen çok konuşuyorum..Çünkü inanmak istemiyorum tüm bu olanlara, kendi bayat cümlelerimle ağrıyor başım...Bazen de hiç varolmayan cümlelerimle içselleştiriyorum hayatı..Düzenli periyotlarla sorguluyorum yaptıklarımı ve yapmak istediklerimi.
Sonra zaman geçiyor, bir hayalin peşinden sürüklenip gittiğimi fark ediyorum. Sırf hayal ettiğim o an için yaşıyorum  hatta. Düşüncesi bile içimde bir yerlerde kelebekler uçurmaya yeterken, benliğimi şefkatle saran bu sevinç,bir endişeyle gölgeleniyor. Sanki bir felaket beni takip ediyormuşcasına ürperiyorum.
Nitekim öyle de oluyor. Artık hayallerimde bile kendim olamıyorum çünkü mutluluğum hep aynı kişi tarafından baltalanıyor. Kendi mutluluğu için, etrafındakileri umarsızca kıran birinden beni düşünmesini beklemiyorum elbette artık.. Bilmiyor o  "mutlu olmak için mutlu etmenin yeteceğini",çünkü o ve onun gibiler müziğe kulak vermeyen popüler kültürün esiri olmuş zavallılar..
Oysa müziğin sakin ve güvenli kollarına kendini bıraktığında, tüm kötü düşüncelerinden, bencilliğinden sıyrılıp kendi düşler alemine dalarsın.
Rengarenk çiçeklerle dolu bir sokağın köşebaşında fransız kesim sandalyerden birinde kahvemi yudumlarken hayal ediyorum kendimi. Yanımda kimse olmadan, bir başıma saatlerce oturuyorum oracıkta.Az sonra burnuma pasta kokuları geliyor. O koku öyle başka ki, yediğimde aynı lezzeti alamayacağımı biliyorum. Çünkü  hayatın tüm alanlarında geçerli bir olay var : beklentin yükselince aldığın verim minumum oluyor
Derken, müzik bitiyor ve  tüm bunların hayal olduğunı fark ediyorum. Modern zaman cafelerinden birinde, nargilemi içerken buluyorum kendimi. Leş gibi bira kokularının arasında ne işim olduğunu sorgularken,dumanlara boğuyorum kendimi. Sanki her bir nefes beni gerçeklerden uzaklaştırıyormuş yanılsamasına kapılıyorum yaprakları dökük savunmasız dalları izlerken. Güneşin o güzel kızıl ışıklarını yansıttığı bir manzara hayal ediyorum güneşin çıplak toprağa tüm sıradanlığıyla yansımasını görmemle yine uzaklaşıyorum hayalden.  İşte tam o noktada hayatın mevsimsel geçişlerden hiçbir farkı olmadığını görüyorum. Duygularınla yaşıyorsan hayatı dolu dizgin, muhtemelen dört mevsimi de görüyorsun.
Ama eğer mantığınla yaşıyorsan, üzgünüm yalnızca iki mevsimi görmeye mahkumsun ki onlar ilkbahar ve sonbahar oluyor.
 Hep söylediğim gibi, mantıksal çerçevede asla canın yanmaz.İlkbaharın yaydığı kalp kıpırtısı gibi tatlı ama eksik, sonbaharın hüznü gibi geçici bir dünyan olur.. Ama mutlulukta da asla doruklara ulaşamazsın. Tercih senin tabi.
Ben baharları çok severim, ama sadece bahar derseniz ben yokum. Ekim de bahar Nisan da. Eylül de bahar Martta. Ekimleri hiç sevmem.Mutsuz hissettiğimde muhtemelen Ekimdir. Ve sen eğer Ekimi seviyorsan biz birbirimizden çok uzağız demektir.
Nisan ve Eylülün diğer tüm aylardan nasıl başka olduğunu fark ediyorsan, ve Ağustosu bu ayların içine almıyorsan doğum günümü unutmuşsun demektir. Ağustos da bir başka güzeldir hani :)
Güneşin alevlendirdiği Temmuz yerine, karın kalbimiz kadar beyaz sayfa açtığı Şubatları seviyorsan  benim gibi mandalinayı da seviyorsundur. ("oku adam ol baban gibi eşşek olma " noktalama işaretsizliğinde bir cümle oldu )
Demem o ki, hayatı yaşamaktan kaçmamak lazım. İyisiyle kötüsüyle sıcağıyla soğuğuyla iliklerine kadar yaşayacaksın ki, geriye dönüp baktığında yap(a)madıklarının pişmalığında boğulmayasın.
Mevsim demişken, mevsimlerden sonbahardayım diye bir şarkı vardı yaşıtlarım bilirler. Çocukken ne anlıyormuşuz da seviyormuşuz öyle şarkıları bilmiyorum ama benim için hala çok özeldir.
Yine mevsim demişken, hayatının baharında betimlemesini de hiç anlamam. Nedir yani o bahar ? Mazallah Mart ya da Ekim baharıysa ? Umarım Eylül baharı kastediliyordur.
Eylül gibi baharı tam olarak tasvirleyen başka bir ay daha yoktur sanırım. Ne tatlı, ne başka, ne olması gerektiği kıvamda bir aysın sen Eylülcüğüm. Ve ben seni bu kadar çok seviyorken,kızım olursa adını Eylül koymam çok olası.
Mevsimsel insan analizi yaptığıma göre, eğer uslu çocuklar olursanız birgün şehirsel insan analizimi de görebilirsiniz.
Dört mevsimi de yaşayabilmek dileğiyle,dinleyiniz : http://www.youtube.com/watch?v=KOpaI-wmN7w

                                                                                                           

                                                                                                                           










15 Aralık 2013 Pazar

özitiraf

Artık son raddeye ulaşan (u)mutsuzluğum yüzünden, yaratılışımdan gelen kuvvet derin bir uykuya dalmış olmalı.Güçsüz hissedişimi ancak böyle açıklayabiliyorum.
Yıllar öncesine dönüp bir insan ruhunun tadabileceği en olağanüstü mutluluğu hissedebilir miyim tekrar ? 
Koca bir gelecek varken önünde, geçmişten kopmak neden hep böyle zor? 
Bu çileklerden hangisi daha büyük ? Peki ya krema nasıl böyle güzel kokar? Dr. otker böyle saçma reklamlar yapmayı neden bu kadar çok seviyor? (Reklamlara değinmeden yapamıyorum)
Aslında ben pis değilim sadece dağınığım savunmasıyla zeki ama çalışmıyor arasındaki bağlantıyı kurabilmek kadar basit bazen hayat. Bunların bir kabullenemeyiş olduğunu fark etmek tüm mesele.
Her şeyin en iyisini yaptığımıza dair inancımız ve biz.. 
Bu mutlak bir inanç. Kimi belli eder, kimi içinde yaşar ama artık çok eminim herkesin böyle hissettiğinden. Eğer aksi olsa, yanlışlarımızı görüp aslında her şeyi doğru yapamayacağımızı fark edip bu doğrultuda atarız adımlarımızı. Ama bay/bayan mükemmel olma çabamız ya da böyle hissediyor olmamız bizi kendimize karşı bile samimiyetsiz kılıyor. Ve asıl yalnızlık burda başlıyor.
Toplumsal çerçevede bakıldığında, yalnızlığın tanımı ortaktır. Kalabalığın içinde yalnız olmak tasviri de öyle.Ki  klişeleşmiş olsa da güzel bir tasvirdir bu. 
Ama derin gözlemlerim sonucu fark ettiğim birşey var ki o da,insanın kendi içindeki yalnızlığı. Üzerine sayfalarca yazılabilcek kadar derin öte yandan kelimelerle ifade edilemeyecek kadar soyut.
Başkalarını tanımak ve onun yaşadıklarıyla ortak paydada buluşmak.Ve bu yüzden kendi arzularını, kendi korkularını bir başkasının anlatışında, zihninde oluşan çağrışımlarla fark etmek. Bu kendine yabancı olmak değildir de nedir ? 
İnsan önce kendini tanımalı. Bir başkasına değil kendine doğru bir keşfe çıkmalı. Adına aşk denilen o dünyadaki en saçma hissin benliğini ele geçirmesine izin vermemeli. 
Görmek istediğin yerden bakınca hayata,  en iyi anlaştığını düşündüğün kişinin aslında seni hiç anlamadığını, anlamak gibi bir isteğinin bile olmadığını fark etmek yıllarını alıyor..Upuzun yıllar..
Sonra bir kabullenemeyiş başlıyor ki..
Etrafında seni merak eden, söyleyeceğin her kelimeyi özenle dinleyen insanlar gördüğünde kabullenmek zorunda kalıyorsun gerçekte olanla, görmek istediğin arasındaki o derin uçurumu.
Hiç tanımadığın bir insanın seni mutlu etme çabası ve sözde en yakınlarının serzenişlerini duymayışı arasındaki o çelişkili düzlemde sendeliyorsun. Yıllarca cevabı bulunamayan, merak ettiklerinin seni merak etmeyişi olgusunu tam da kendi hayatındaki olaylar silsilesiyle yaşayarak öğreniyorsun. Tabiki niyesine bir cevap bulamadan..
İnsan ilk önce kendini tanımalı. Doğrusuyla yanlışıyla, yaşadıklarından ya da yaptıklarından utanmadan, kimseye olmasa bile kendine itiraf edebilmeli hislerini. Her şeyi mükemmel olma kaygısıyla yapıyor olmak, en kötüsü buna kendini inandırmak seni doğru biri yapmaz.Hata yapmaktan kaçmak yerine, yaptığın hataları sahiplenmek seni sen yapar. Çünkü kabullenmediğin hiçbir şeyi değiştirmeye çalışmazsın, çünkü senin hatan değildir o. Oysa kendini gerçekten tanımak, ve özitiraflarda(1) bulunmak çok daha huzur verici kaçmaktan. 
Hatasını kabullenmeyi bırak, hata olduğunu bile fark etmeyen insan en zayıfıdır. Kendini tanımayan insanaysa sıfat bile bulamıyorum.
İnsan hatasını fark ettiği sürece özel, sonrasında pişmanlığını yaşadığı sürece güzel..
Özel ve güzel olmak dileğiyle.
Açıklama :
1. Benim bulduğumu sandığım, buna inanmak istediğim, insanın kendisine, kendisiyle ilgili yaptığı itirafı tanımlayan söz.

14 Aralık 2013 Cumartesi

zamanın ruhu terk ediver dünyayı.

Hiçbişi yapmadan,yapamadan sadece için için üzülerek, ağlayarak izlediğin bir dünya. Bilinmeyen, hep daha çekici olduğu dünya..
Dışardan bakıldığında bariz ortada olan bir gerçeği görmek nasıl, niçin bu kadar zor ? Elindeki imkanlardan, çok daha azı bile olsa, o yeni ya, keşfedilmeyi bekleyen yeni bir dünya ya, bir daha asla bulamayacağın, kimsenin sahip olamayacağı elindeki o şansı tepiyorsun. Sahip olduğun olabileceğin, en değerli şeyden vazgeçiyorsun. Hem de ne için? Yeni bir dünya için(!) Ama ne dünya...
Sonra her şeyini kaybediyorsun. O dışardan bakılınca iyi aile babası gibi gözükme çabanı, aslında olmayan ama senin varolduğunu sandığın itibarını bir anda dünyanın en en en saçma kadını yüzünden yıkabilcek kadar kör oluyorsun.  Ve işte ben bunu anlamıyorum. Nasıl olur da bir erkek, sadece bastıramadığı libidosu için hayatını bütünüyle değiştirecek kadar gözü pek olur ? Yok olamaz ya, olmamalı. Bir tek sende mi var o hormon ? Bastıramadığın nefsine getirdiğin en basit açıklama olmasın bu ?
Bir kadın düşün, sırf erkeğinin o bastıramadığı duygularını tatmin edebilmek için, temizliğe gidip, bütün gün deli gibi çalışıp kazandığı parayla kendine bakım yapan.
Bir genç düşün, 16 yaşında hayatı tam da yeni keşfediyorken tüm bunlara şahit olan..
Bir çocuk düşün ki henüz 2.5 yaşında bu yaşananlardan bihaber mışıl mışıl uyuyan...
Az önce öğrendiğim olaylar sebebiyle, tüm erkeklerden nefret etmeye başladım. İradesizlik tam olarak bu başka bişi değil.
İçim acıyor,ruhum daralıyor duyduklarımdan sonra.
Zaten yok olan güvenim bu kez hemcinslerime karşı da kırılıyor.Kandırılmış hissediyorum kendimi. Sonra düşünüyorum kimse bu kadar kötü olamaz,inanmak istemiyorum..
Yıllarca inandığın şeylerin bir anda değiştiğini kabullenmek çok zor çünkü.
Sonra kendi yaşamıma bakıyorum. Daha önce kandırılmamış gibi, sanki ilk kez yaşıyormuşcasına yoğun bir kızgınlık hissetmemi anlamlandıramıyorum.
Ben değil miyim yıllardır güvendiği, en azından güvenmeye çalıştığı biri tarafından kandırılan. Spordan ve futbolculardan anlayamayışımın bedelini en ağır şekilde ödeyen..
Bir İskender Pala'nın kitabında anlattığı ve anlatırken benim gözlerimin dolduğu o özel gecenin tarifine bakıyorum, sanki gerçekte oluyormuşcasına duygulanıyorum.. Bir de gerçekte olana.
Sırf bastıramadığı duygular yüzünden, erkeklik hormonunun arkasına sığınılıp yapılanlarla söylenenlere..
Sex sadece erkeğe özgü bir eylem ya da istek değil keşke herkes bunu fark etse. Eğer öyle olsa tek başına yapılan bir eylem olurdu değil mi ?
Tiksindiğimi hissediyorum.. Tüm erkeklerden, arzularının önüne geçemeyen tüm kadınlardan. Keşke zina medeni kanundan hiç çıkmasaydı demek geliyor içimden, sonra sözde teokratik cumhuriyet olan irana bakıyorum ne değişirdi ki diyorum..
Bu dünyaya çocuk getirmek istemiyorum diyen entel ablalarımızı, ve onlara katılan ıssız adamlarımızı hiç anlayamadım. Düşünürken bile içimi kıpır kıpır yapan o minik meleklere sahip olmak istemeyiş nasıl bir kalp katılığı, nasıl bir negatifliktir diye düşündüm durdum. Bir şeylere isyan gibi geldi bu söylemler.
Şimdi, hayatımda ilk kez ben de korkuyorum. Ben de, her geçen gün çirkinleşen bu dünyaya çocuk getirmekten, ona belli değerleri verememekten, birgün onunla yapayalnız ortada kalmaktan, ona ve kendime sahip çıkacak gücü bulamamktan korkuyorum.
16 ve 3 yaşlarında iki çocuğuyla bir başına kalan canım ablam bilseydi başına bunların geleceğini, tam 17 yıl sonra böyle büyük bir çaresizliğe düşeceğini bilseydi evlenir ve bir de çocuk yapar mıydı ? Hiç sanmıyorum.
Yaratılışımızdan gelen garanticilik sonunu bildiğimiz bir hatayı yaptırmazdı bize. Hata da değil bu aslında nerden bilebilirdi ki yıllardır güvendiği adamın bambaşka biri olduğunu.
İşte bu yüzdendir, Allah'ın bize gaybı bildirmeyişi..
Birileriyle konuşmanın, onun hayal dünyasını keşfetmenin, içinde biriktirdiği her bir hissi anlamlandırmaya çalışmanın müthiş hazzını yaşayamayan, sadece hormonlarının peşinden giderek nerde güzel/yakışıklı görse hayvani duygularıyla peşine düşen kızlı erkekli insacıklar ;hayattan alabileceğiniz tek keyif buysa siz gerçekten zavallısınız.
Alın beni atın eski çok eski zamanlara. Yanlış şeylerin böylesine arsızca ayukka çıkmadığı, birazcık hayanın olduğu zamanlara..
Kendi zaman yolculuğuma çıkıyorum şimdi, dünyanın bu kadar kötü olduğunu bilmediğim zamanlara gidiyorum beni o zamana götürcek en özel şarkılardan biriyle.
http://www.youtube.com/watch?v=brkSxQpnTqI






7 Aralık 2013 Cumartesi

Bugün orada da cumartesi mi.

Yapamadıklarının seni hayattan soğuttuğu, hayallerinin ise hayata daha sıkı bağlanmanı sağladığı ince bir çizgi vardır hani. Zaman zaman yer değiştirirsin ama sonunda hep o hayal dünyası kazanır. Saçma sapan hayal dünyan ve sen. İçinde yaşadığın dünyanın dışında, sadece senin bildiğin, senin hissettiğin, düşünürken bile içinde kelebekler uçuran hayallerin ve yalnızca sen...
Şans..Kendini istenmedik gözlere göstermeyen evrene gönderilen pozitif bir mesaj bence! Artık eminim.
Şanssızlığın dayanılmaz bir hale geldiği zamanlar, dünkü mutluluk ve bugünkü umutsuzluk arasındaki derin tezat yarın için adım etmeni engelliyor, böylesine negatifken de ne evren fayda ediyor, ne de şans. Tam durağa giderken otobüsü kaçırıyorsun sonra..Akisilikler peşi sıra geliyor falan.
Yaşanılan küçük olaylar,şansa dair inancın yitirilmesi insanın ruhunu garip bir telaşa sürüklüyor.
Demek ki artık karar vermek gerekiyor,bütün küçük küçük alışkanlıklar,bütün o dostlar tesirini kaybediyor.
Yapayalnız kaldığında düşünüyorsun yaşam amacını, gerçekten ne olmak istediğini,kim olmak istediğini artık 18 yaşında tek serveti arkadaşları olan, tek keyfi arkadaşlarıyla doyasıya zaman geçirmek olan bir genç kız olmadığını fark ettiğinde ise, 23 yaşındaki bir ruhtan çok daha ölü olduğunu görüyorsun. Oysa bu saçmalığın dibi!
Ben hep yaşın gerektirdiği gibi davranmak gerektiğine inandım. Bu yüzden küçükken büyükmüş gibi davranan çocukları hiç sevmedm. Büyümüşte küçülmüş derken, hep bir soğukluk sezdim içimde. Genç kız olup çocuk taklidi yapanları da hiç sevmedim. Sevimli falan değilsiniz, aptal gözüküyorsunuz ,bilin bunu ! Yaşını başını almış ama hala genç kız gibi giyinen kuşanan anneleri de sevmedim. Sen annesin yani boyun kadar kızın var o tayt da neyin nesi! Her şey zamanında güzel. Her şey olması gerektiği formda olunca güzel.
Bu yüzdendir ki, şu an bunları yazıyor olmam kötü. Son derece kötü.Henüz 23 yaşındayım yahu. Yaşıtlarım gibi sadece eğlenceden ibaret olan bir hayatım olmalı.
Babam hep "musluk akarken kova doldurulmalı" der. O bunu daha çok maddi amaçlı bir öğüt olarak verir aslında. Ve ben de bir ebeveyn öğüdü olduğu için hiç de kulak kesilerek dinlemem. ( Kulak kesilmek deyimini ilk kez cümle içinde kullanıyorum, ilkokuldaki öğretmenime burdan sevgiler)
Sonraları niyeyse anne- babamın söylediklerini ciddiye alıp yorumlamaya başladım. Musluk akarken doldurmak..
Kendimce pek çok anlam yükledim bu cümleye..Geç kalmış hissettim hayata, birikim yapmak için çoğu şeye çok geç kalmış hissettim. Aylardır bu böyle.
Şimdi düşünüyorum da, neresi geç 23ün? Eskiden işini,evliliğini oturtmuşluğun yaşıydı bu evet. Annem benim yaşındayken 5 ve 3 yaşlarında nur topu gibi iki kızı vardı evet. Bu arada kendi adıma nur konusunda şüphelerm var da top konusunda eminim. Tosunmuşum maşallah. Sanki burun ve kulak gibi uzuvlarım şimdiki haliyle doğmuş ve ben büyürken onlar sabit kalmış :) Tamam kendimle barışık gözükmek adına özeleştirimi de yaptığıma göre, değmeyin keyfime :) Özgüven patlamasayım ben. Sen sen sen hepiniz egosunuz, ama en büyük ego benim diyen tiyatrocu Umut beyefendiye selamlar olsun! Üzgünüm, tiyatrocu olmuşsun ama adam olamamışsın.
Her neyse. 23 geç falan değil orda bir anlaşalım. Daha mini miniciğim ben yavyuuuum :) ( İnsan kınadığını yapmadan ölmezmiş ya, bu da onun kanıtı olsun ben de aptal bir genç kızım artık oley)
Toplumsal bir yaraya parmak bastığıma göre, şimdi birazcık kendime dair yazasım var.
Özlemek ve adım atamayacak kadar kırgın olmak arasında bir yerlerdeyim. Merak etmek, merak edilmemek arasındaki öfkedeyim. Herkes benim gibi düşünmek zorunda değil, herkes ben olmak zorunda hiç değil. Ama bu arkadaşlık , bu samimiyet, bu çok zor oluşan gerçek bağ bence biraz anlayışı hak ediyordu. Böyle mi olacaktı böyle mi olacaktı tanrım suçumuz neydi :( Yıllar sonra dağılan hayatlarda mı karşılaşıcaz yani. Hayır uyandırın beni bu kabustan!
Durumu daha nasıl ajite edebilirim bilemedim, ama gülerken düşündürdüysem ve bunu okurken sana yazdığımı anladıysan biz gerçek dostlarız demektir. En mutlu anlarınızdan biri olan o gün yanınızda olmam gerekiyordu belki, ama hayatımın en zor sınavlarından birini verdiğim o gün benim de yanımda olunmalıydı.
Aklımın bir köşesini meşgul eden, kabullenemediğim bu tatsız olaya da değindiğime göre...
Ne diyordum ben, musluk akarken doldurulmalı. Ama en önemlisi, karamsarlığın musluğun aktığını görmeye engel olmasına izin verilmemeli!
Bir Merve klişesi der ya hani : İnsan kendini modlara sokuyor, ve inanmak istediğine inanıyor diye. Aylardır içinde bulunduğum karamsar ruh hali, etrafımdaki tüm güzelliklere kör etmiş beni. Eskiden güneşli birgün içimi ısıtmaya yeterken, şimdi en büyük hayalimin gerçekleşmesi bile mutlu edemiyorsa beni, ben ben olmaktan çıkmışım. İnsan kendini özler mi ? Ben özlüyorum. Eskiden hissettiğim o huzuru, içimdeki bitmek bilmeyen neşeyi kendim olmayı özlüyorum. Tipik insan pskolojisi işte. İyi olan her şeyi benimserken, kötü olan şeyleri reddediyor. Ben de reddediyorum. Bu ben değilim, olmamalıyım.
İnsan hayalleriyle güzel, insan hayallerinin peşinden gittiği sürece,kendinin farkında olup hayatınıı buna göre şekillendirdiği sürece mutlu..
Ve ben hala mutusuzum.En güzel yaşlarımın, ruh halimin hava şartlarıyla şekillenmesine izin verdiğim için kızgınım kendime. Mesela bugün yeni kararlar alarak başladım güne. Ama şu an hava berbat. Tıpkı geçen yıl gördüğüm rüyadaki o gün gibi iç sıkıcı. Ve bu yüzden umut dolu başlayan günüm yine kendini bok gibi bir güne bırakıyor. Bana da gibilerle yaşamak kalıyor hayatı. "Mutlu gibi, umutlu gibi, bir düşte gibi.."
Az önce pencere önünde yağmuru seyrederken buldum kendimi. 90larda yaşayanlar bilirler, Sıdıka diye bir dizi vardı. Sıdıka ben olmuşum haberim yok :( Başka hayatları seyrederek geçiyor ömrüm. Kendi hayatımın bile başrolü değilim artık, figüranıyım. Gerçi sıdıka başroldü o zaman ben de başrolüm. Biz aslan burçları böyleyizdir işte illa başrol olcaz :)
Genellememi de yaptığıma göre, bu yazı artık bitebilir. Benim için çoktan bitti zaten. Pazar tatsızlığındaki bu iğrenç cumartesi günü yapılabilecek en güzel şeyi yapalım hadi. Hazır yağmur yağarken bu şarkıyı paylaşmanın da dinlemenin de tam zamanı.
http://www.youtube.com/watch?v=5-juDiDTYfw

16 Kasım 2013 Cumartesi

retro merve der ki.

Gittikçe kararan bir dünya. Güzelliklerin gittikçe çirkinleştiği, o saflığın, duruluğun yerini kurnazlıkların aldığı,çöküşlerin an meselesi olup,kalkışların bir hayale dönüştüğü dünya..Haksızlıklarla dolu, ben merkezli dünya. Uygarlık adına, kendimizden her gün biraz daha uzaklaştığımız bir dünya..Çünkü,insanın ruhu bir kez zehirlendi mi ne maddi ilaçlar fayda ediyor, ne de yaşamına uzanan eller. Kendinden o denli uzaklaşıyorsun ki, yaşamındaki eksikliğin, mutsuzluğun kaynağının nolduğunu fark etmen uzun yıllarını alıyor.Öyleki, içimizde doğuştan varolan zamanla yok olmaya yüz tutmuş güzelliklerin, yeteneklerin neler olduğunu keşfetmeden kaybediyoruz onları. Kaçıyoruz benliğimizden. Bir kaçış değil, bocalama belki. Yeni dünya düzenine ayak uydurmak ve içindeki eski ruhu taşımak arasındaki o derin ikilem.
Sonuç mu? Yeni dünya düzeni kazanıyor. Teknoloji bir adım daha öne geçiyor. Saman defterlerimin yerini, bu ruhsuz blogun almış olması da en güzel örneği bunun.
Teknolojinin tam da ortasına doğduğum halde içimde bitmek bilmeyen bir nostalji rüzgarı esmesini de anlamış değilim :) O kadar geçmişle yaşıyorum ki, 23 yaşındayım ve hala bir gelecek planım yok. O mu olsa, bu mu olsa, şu mu olsa hep bir karasızlık, hep bir kötünün arasından iyiyi seçme çabası.
Birkaç gün önce bir arkadaşımla konuşurken, 3 yıl sonra ne yapmak istediğimi sordu bana. Kariyer odaklı bir mülakat sorusuna benzese de, çok farklı bir amaçla sorulmuştu. Sanırım, gerekli gereksiz, hatıra diye tıklım tıklım eşya doldurduğum,göz yorucu teferruatlarla dolu bir evde boğuluyor olacağım. İki kişilik yaşadığım anıları bu kez içimde ve tek başıma tekrar tekrar yaşıyor olacağım. Nitekim, böyle de oluyor. 
Hayatımın en zor günlerinden birini o lanet şehre tekrar gittiğimde yaşadım. Bana başarısızlıklarımı hatırlatan o şehir, yalnızlığımı ve içe kapanıklığımı da bir kez daha vurdu yüzüme. Farklı insanlarla farklı zamanlarda anlam kazandırmaya çalıştığım ordaki günlerim, gerçekten anlam kazanmış olmalılar ki, özlem ve birazcık da nefret dolu bir hisle gezdim her bir sokağını. Ruhumun bütün kuvveti zaptedilmişcesine, tüm güçsüzlüğümle..
Artık ayırlmaz bir parçam olan,olur olmadık her yer ve zamanda ansızın dökülüp beni müşkül durumda bırakan gözyaşlarımla yürüdüm..
Birşeylere hep geç kalmışlığımın simgesiydi sanki o şehir. Güzel arkadaşlıklara, iyi bir bilgi birikimine, yarınımı şekillendirmemde en önemli etken olan özgüven oluşumuna..Her şeye çok geç, en geç kalmışlığımın şehri..En çok da hayallerime..Bıraksaydınız beni, hayal ettiğim hayatı yaşasaydım tüm o mahalle baskılarından sıyrılarak! 
Tüm başarısızlığımı bir şehre yüklemek de ne derece doğru bilemedim ama suç şehrin değil, içimde oluşturduğu o bunaltıcı hissin.
Sonra dönüş zamanı geldi, deli gibi yalnız kalmak istedim.. Kimse olmasın, kimse sormasın, kimseye birşey anlatmayayım istedim.Nitekim anlatmadım da. Zaten anlatsam da dinlemiyorlar,akıllı uslu öğütlerini vermiş olmak için, kendi vicdanlarını rahatlatmak için bir kaç şey söylüyorlar ve sanki ben bu sözleri duyar duymaz düzelmişim gibi, hatta düzelmeliymişim gibi davranıyorlar..
İnsanlar doğuştan farklılar çünkü..Yüzleri,konuşmaları,gülmeleri,yürümeleri.En önemlisi hisleri. Bu farklılık da birilerini anlamayı zorlaştırıyor. Biz bu kadar farklıyken,herkesin birbirine eşit olduğu bir toplum düzeni hayal edenler de ayrı bir mesele tabi. Ama hiç siyasete giresim yok şimdi.
Yeni dünya düzeninin benim için en önemli araçlarından biri olan mp3üm...Her an, her yolculukta, iki adımlık yürüme mesafesinde bile yanımdan ayırmadığım o müthiş cihaz..İşte şimdi onu alıp uyuma(ma) vakti.
En çok bunu dinleyeceksiniz! http://www.youtube.com/watch?v=e6hZG95TxxQ

30 Ekim 2013 Çarşamba

kelimelerin gücü(!)

İnsan bazen durup bir bakmalı hayatına. Napıyorum diye sormalı kendine. Neden bu haldeyim,nerde yanlış yaptım diye özeleştiri yapmalı. Bunlar olması gerekenler evet. Gerçekte olansa, her zaman en kolay yaptığımız şey olan ; suçlamak!
Son zamanlarda yaşadıklarımdan öğrendiğim bişi var. Yazmak diil, davranış yoluyla ifade etmek hiç diil,yalnızca ve yalnızca konuşmak.Durmadan,usanmadan konuşmak..
Bu büyüklerimizin "ne kadar az konuşursan o kadar az zarar verirsin" hayat felsefeleriyle tamamen zıt düşse de,doğru olan gerçekten açık ve net istediklerini söylemek.
Küçükken misafirlikte o çay içmez ki diye onaylamamız için bizi gizlice dürten büyükler,büyüklerimiz... Bizim adımıza konuşan,kararlar veren büyüklerimiz..
Lisede okuduğum kişisel gelişim kitaplarından birinde bahsediliyordu, yıllarca çok da önemsemediğim, ama şimdilerde her geçen gün biraz daha önemini kavradığım "aile eğitimi" kavramından.
Bu arada o kitaplar hiçbir işe yaramıyor. En azından bende yaramadı bir dönem kitaplardan soğutmak dışında hiçbir etkisi olmadı üzerimde.
Her neyse, orda diyordu ki, bireye küçük yaşlarda güven aşılanmalı, birilerine güvenmeyi öğrenen birey kendine de güvenir. Mesela, bir çocuğa uslu durursan sana çikolata alıcam diyip almazsanız, çocuk boşuna uslu durmuş hisseder ve bir daha uslu durmaz,çünkü bilir uslu dursa da durmasa da değişen bişi olmayacağını.İlk rol model aldığı kişiye güveneni bu ufak olayla yitiren küçük,ileriki yaşlarda da güven sorunu yaşar. Hem kendisine, hem de kendi dışındaki tüm insanlara.
Çocukken bu ve türevi olaylar yaşamış olabilirim eğer bu yaklaşım doğruysa. Ki bence çok mantıklı.Yaşadığım güven sorunun bir açıklaması olmalı çünkü.
Aslında o kadar da boş diilmiş o kitaplar,şu an bunu fark ettim :)
Mesela birgün o çok merak ettiğim annelik duygusunu yaşarsam, çocuklarıma az konuş nasihatı vermeyeceğimi biliyorum. Niye az konuşsun benim çocuğum canım, a aa! Patavatsız mı o? Niye ona nerde ne konuşcağını bilmiyormuş gibi hissettirecekmişim ki! Çok konuşsun o. Biraz bencil olsun. Açıkça söylesin,hayır diyebilsin. Benim yapamadığm her şeyi yapsın..
Hep öyledir ya zaten. Olamaz!Ttipik bir ebeveyn olacağımın ilk göstergesi bu :( neden kendi yapamadıklarımı ona aşılamaya çalışıyorum ki üstelik bana aşılanmaya çalışan fikirlerden böylesine nefret etmişken.
Neyse,konuşmak önemli,gerçekten insanlar açık olmalı,en kötü huyları dürüstlükleri, açıksözlü oluşları falan olmalı buna çok inanıyorum..
Ama ama ama bazen olamazsın ya hani, o zaman bir bakışın, ses tonundaki ufak bir değişiklik, mesajındaki ufak bir açık kapı yetmeli.
Hele de söz konusu aşka,arkadaşlığa,dostluğa dair samimi bir ilişkiyse.. İsteklerimizi açıkca söylemeyince istememiş mi oluyoruz ? Eğer öyle olsa konuşma engelli birinin hiçbir isteği olmamalı,böyle mi oluyor bu işler ? Gerçekten böyle mi görünüyor?
Ben seni görmek istiyorum dediğinde gelmeyecek insan var mıdır bilmiyorum. Önemli olan,aslolan bunu söylemeden,bir şekilde hissedip dibimizde bitenler..
Geçen gün tüm bunları düşünüp, bir kez daha hırsıma yenik düşmenin öfkesiyle kendime kızarken yanıma bir kız geldi.
Rabia..
Gözyaşlarımı silmek istedi..Sordukça sordu müthiş bir ilgiyle..O sordukça ben daha da ağladım..Gerçekten anlayamadım o an, yoldan geçen biri soğukta oturmamam için tüm samimiyetiyle çabalarken, ihtiyacım olan insanlar nerdelerdi..
Rabia, ona cevap veremediğim için telefonunu kaydetti dizimdeki telefonumu alıp..Gitti, mutlaka ona haber vermemi tembihleyerek..4 saat sonra eve geldiğimde ona haber vermek istedim, uzun uzun konuştuk..Bir kadın dayanışmasıyla beni anladığını kendi hayatından örneklerle anlattı bana..Artık biliyorum,tek güçsüz ben değilim.Annesiyle babası ilk ayrılan da ben değilim oley :)
İnsan gerçekten sevinemiyor başka güçsüz ,mutsuz,yalnız insanları gördüğünde,dinlediğinde..Yaşadığı yalnızlığı, o iğrenç hissi kimse yaşasın istemiyor. Ama maalesef hayatı yaşadıklarımızdan ibaret sandığımız için, yaşamadan anlamıyoruz karşımızdakini. O yüzden beni anlamayanlar olarak,umarım siz de yaşarsınız da öyle dışardan bıdıbıdı konuşmak neymiş görürsünüz!
Bu anlaşılma çabam da çok gereksiz,farkındayım. Kimse beni anlamak zorunda değil elbette, anlamasanz da saygı duyarım (Saygı duymadı,saksı değilim,en çok beni anlayacaksınız diye pöykürdü!)
Anlaşılamamak, anlatamamak çok kötü olduğu için anlayışlı bir insan oldum sanırım. Birileri anlaşılmadığını düşünmesin diye.. Annem hep der ki, sana taş atana sen gül at :) Canım annem..
Sözcükler olmadan ruha dokunan şarkılar varsa, konuşmadan anlayan insanlar da olmalı.
 http://www.youtube.com/watch?v=EoaPhxNubL0







18 Ekim 2013 Cuma

belki hepsi bir rüya...

Annemle babamın en büyük sorunlarından biri, annemin sorunları yakın(!) arkadaşlarıyla paylaşması ve sonrasında bunun babamın kulağına gitmeseydi. Sonra bir bağrışma başlar ki,bitmek bilmezdi. Aslında işteş falan diildi bu eylem, sadece tek bir taraf bağırırdı. Annem ısrarla o yakın gördüklerinin laf taşımasını kabullenemez, babam da x ya da y fark etmez kimden duyduysam duydum, asıl sorun senin anlatman derdi. Yıllarca babamın haklılığını göremedim. Bana göre de asıl suçlu onlardı. Annemin güvenerek sorunlarını paylaştığı o teyzelerdi tek suçlular. Neden anlatıyolardı ki. Onlar anlatmasa tartışma çıkmayacaktı.
Oysa yaşadıklarımdan sonra anladım ki, bu kolay olan. Suçu bastırma yöntemlerinden en kolay olanı. Eğer Annem o sorunları birilerine anlatmasaydı, en yakınlarının anlatacak bişileri olmazdı ki.
Zihin tam da böyle bişi. Bugün yaşadığım bir olay yıllar önceki bu tartışmayı getirdi aklıma. Az önce suçlandım, 3 aydır sessiz kalmakla suçlandım. Yani asıl sorun, gerçekten benim varolan bir sorunu paylaşmayı ertelemem mi, yoksa o sorunun varolması mı. Gerçekten bilemedim!
Savunma mekanizması.. Ona dair yazılabilecek o kadar çok şey var ki. Biraz az olduğunda, hayatta pasif kalırken, fazla olduğunda da her şeyi ben bilirim edasındaki , kaf dağını ben yarattım egosundaki insan kadar aktif oluyorsun..Ya da sadece aktif görüyorsun kendini. Asıl çıkmazın tam burda başladığını göremiyorsun. Çünkü sen mükemmelsin. Çünkü sen hiç hata yapmazsın. Çünkü sen sinirlenmiyorsundur, sinirlendiriliyorsundur. Tüm insanlar işi gücü bırakıp seninle uğraşıyorlardır çünkü. Sen masumsundur canım a aa.
Yıllarca, tüm yaşananlara bu perspektiften yorumlar getirdim ben.Yani sadece kendi açımdan.. Utanıyorum ama bu böyleydi. Ben tam bişileri aşmaya çalışırken,şimdi etrafımdakilerin aynısını yaptığını görünce dayanamıyorum. Bir dur diyesim geliyor bu gidişata. İnsanlara mükemmel olmadıklarını pat pat söyleyesim geliyor. Ama yapamıyorum.
Tipik bir M.Y. samimiyetsizliği..
Ama şimdi belki hiç okuyamayacağın bu yazıda itiraf ediyorum ki ; saçın gerçekten kötüydü :)
Freud'un  kuramında kullandığı , id kavramını ilk duyduğumda lise öğrencisiydim.İnsanın önüne geçemediği,durduramadığı yanı. Mesela sen bişeyi yapmak istiyosun , atıyorum yağmurlu havada sen böyle en güzel kıyafetlerini giymişken, yanından tüm hızı ve düşüncesizliğiyle geçip kıyafetini inanılmaz kirleten o arabalıya ağız dolusu küfretmek istiyorsun. Yapamıyorsun. Çünkü ayıp. Çünkü sen alışık değilsin ki küfretmeye. Etmiyorsun, ama içindeki o küfretme, bir başka tabirle ufak çaplı şiddet eğilimi havaya mı uçuyor. Hayır. Hoooop bilinçaltına.
Sonra bir şekilde, bir rüyayla içindeki o kötü enerjiyi atıyorsun. Bu örneğin,bugün sağanak yağış altında yaşadıklarımla ilgisi olduğunu düşünüyorsanız,inanın çok haklısınız :)
Bastırılmış duygularım var benim. O yüzdendir çok rüya görüşüm. Neden çok amaçsız olduklarına henüz bir açıklama getiremedim. Acaba kararsız kişiliğim rüyalarımı da  mı etkisi altına aldı da hangisini göreceğimi bilemediğimden mi böyle karmaşık rüyalar görüyorum.. Yooo hayır. Onuları kirletmesine izin vermeyeceğim. Bari orda kararlı olayım. Hem rüyalarım amaçsız da olsalar, ben seviyorum ki onları..
İşte benim en büyük sorunum, ruhuma işleyen birilerine kötü hissettirmeme duygusundan sıyrılamamam. 
Ben kimsenin duymayacağı küfürlerimi içimden sıraladım.ama o da benim en sevdiğim pantolonumu kirletti. Hak etti. Pis adam! Rüyamda döveceğim seni. Al sana, al sana yapacağım sezercik filmindeki gibi. Sonra "vuyuydum ama ayağım kiyleniy" deyip subliminal mesaj vereceğim.
Ben ve yenmeye çalıştığım savunma mekanizmam.. 
Kişilik ya da davranışlar, karşındakinin yaptığına göre şekilleniyorsa bu sen olmuyorsun ki. Onun tepkilerine göre reaksiyon veren, bunun tepkilerine göre yaşayan, şunun tepkilerini de unutmayan biri haline geliyorsun. Elbette, etkiye tepkiyi reddetmiyorum. Keşke olmasa ama, insanoğlu, nefis,o, bu, şu. Sonu gelmez bir olay bu. Ama özellikle ikili ilişkilerde, olmamalı. 
Öyle ilişki mi olur be.
Ben böyle düşünürken, bunu  tüm benliğimle hissedip hayatıma da yaymaya çalışırken karşımdakilerden bunu göremiyorum ya gerçekten üzülüyorum. 
Mutsuzum.. 
Hiç olmadığım kadar yalnız, hiç olmadığım kadar savunmasızım. 
Acaba yanlış mı yapıyorum ? Günümüzde böyle olmalı diyip, her şeyi çağa uyarlayan tipler haklı mı sahiden ?Böyle savunma mekanizması tavan yapmış, hatasını kabul etmeyen o tiplerden mi olmalı yani ?
Hadi canım ben de! İyi saçmaladım, elbette olmamalı. 
Kendimle çelişmeden, http://www.youtube.com/watch?v=3Tt65SdtKeQ  dinleyerek uyuyacağım. Benliğime doğru ufak bir yolculuk için..Rüyalar diyorum, iyi ki varlar!


23 Eylül 2013 Pazartesi

Bugünkü temam vicdan.
Vicdan nedir,ne değildir ? Bana göre, gece yatarken yaptığın iç hesaplaşma en basit tanımıyla. Mmm elbette illa gece olmasına gerek yok.Ama gecenin ayrı bir büyüsü var insanlar üzerinde. Benim gibi,sosyal görünümlü asosyaller ve konuşmaktan daha çok yazmayı sevenler için esrarengiz bir tarafı var gecenin..Böyle tüm dış seslerden uzak, birebir kendinle kaldığın, o kendine bile itiraf edemediğin sırlarınla,hislerinle yüzleştiğin,kendine kızdığın ve hatta kızmakla kalmayıp kendinden nefret ettiğin zamanlar..
Evet ayrı bir severim. Seveni de bir ayrı severim.
İşte,yine böyle zamanlardan birinde yazıyorum..Evet gece olmadı belki, ama babamdan sonra gece kavramı konusunda sıkıntı yaşıyorum :)
Ben birileri mutsuz olsun istemiyorum..Mutsuz olmak hiç istemiyorum..İstisnasız her yazımda, birilerini düşünmeden yaşamak gerektiğini vurgularken, buna tüm kalbimle inanırken sürekli birilerini düşünüyor olmam..Ne büyük çelişki..Ve nerde çelişki orda ben! En kötü huyum iyi niyetmmiş miş miş muş...
En sevdiğim yer Muş. Yaşım kaç Muş. Nerdeyim Muş. Ben kimim Muş. Melek Subaşı :)
Her neyse, diyordum ki vicdan..Tam bu noktada hissiz insanlar görüyorum ki çok korkuyorum onlardan..Tamam kabu ediyorum, benim sürekli geçmişi özlemem saçma,çok saçma..Ama onlarında geçmiş sanki yaşanmamışcasına,yaşandı bitti diye böylesine yok sayabilmeleri saçma..Üzücü..Ve daha bir sürrü olumsuz sıfat işte...
Bir varmış bir de yok..Hem varmış hem de yok..
Birilerinin hayatında sadece onların istediği zamanda olmayı kabullenemiyorum.Bugün bir arkadaşımla 16:00 için sözleştik. Sabah kesinleştirmek için tekrar konuştuğumuzda ben geç kalma paysız 16:22 olmasını istedim.(Küsüratlı saatleri hep çok sevdim)
Ve sonra, o gelmeyeceğini söyledi..Gelmedi..Niye ? Bir cevabım yok. Hiç olmayacak. Kırgınlığım çok..Hep olacak..
Ama içimde biryerlerde hayran olduğum insan modeli tam da böyle.Nasıl bir hayır deme iradesi Hiç yapamadım. Bu yüzdendir bazen hiçte iyi vakit geçirmediğim halde eğleniyormuş gibi yapmam. Hayır diyememem..Ayıp olmasın isteğim.
Geceler diyorum..Her gece radikal kararlar alırım ben. Karanlık gecelere ışık olur kararlarım..İçimi umut dolu bir his kaplar ki sonrasında tatlı tatlı uyurum..Gün ışığıyla bir vampir gibi yok olur hepsi. Çünkü, gecenin ay yansımasıyla ışımasından daha gerçek bir ışık vardır artık : Gün ışığı .
Bütünüyle değişmese de, uygulamada hep değişir kararlarım..Ama şunu bilir söylerim ki, sonunda hep pişman olurum kendi isteklerimi yapmadığım için...
Hayır,hala anlamıyorum ben o konsere neden gitmedim? Bababm 40 yaşından sonra içinde sadece kendine dair planları olan bir hayatı seçebilirken, bizim ne isteyeceğimize dair en ufak bir fikri yokken-aslında bizim isteklerimiz onun işine gelmezken- 23 yaşında olan ben, neden içinde ailemin ve onların içhuzurunun olması için vazgeçtiğim hayallerimle dolu bir hayat yaşıyorum ki ? Kanı deli akan,durduğu yerde duramayan, hata yapma lüksü olan ben diil miyim. Benim bildiğim öyledir, gençtir cahildir cüheladır. Hatalar yapar. Anne-baba affeder. Hiç hatam yok demiyorum, ama benim affettiklerimin yanında ufacık kalır, mini minacık kalır.
Vicdan tam da bu işte. (Sana göre) yanlış olmadığı halde,sırf birilerine yanlış geliyor diye vazgeçmek.
Kimine göre ahmaklık bu. Kimbiir, belki onlar haklı!
Tüm bu karmaşanın içinde, kendime oluşturduğum, sadece benim olduğum anlardan keyif alabilmem bence beni melankolik olmaktan çıkarıyor. Kendimi kanıtlamaya çalışıyorum şu an, çünkü gerçekten yazılarım dolayısıyla özünde hissettiklerim anlık hislerden, hesaplaşmalardan ibaret. Çünkü ben derinden, böyle taa derinlerden inanıyorum, birgün hayal ettiğim gibi yaşayacağıma. Ve şimdiye dek, hemen her hayalim gerçek oldu. Ama geç, ama erken.. Bir şekilde oldu. Ve yine olacak. Bu kez tek isteğim daha fazla gecikmesinler. Hemencecik gerçek olsun hayallerim..Benim canım hayallerim..
Mesela bir tanesi gerçek oldu bile, önemli bir arkadaşım, benim bir zamanlar sandığım gibi, bana olan inancını kaybetmemiş hiç ki tüm olumsuzluklara rağmen o kaybetmediyse, bence kimse kaybetmemeli.
Şimdi biraz müzik zamanı. Müzik demişken, birgün bir yerlerde bir şarkı duyarsın..Yıllar sonra tekrar onu duymak içini ısıtır. Günün mükemmel geçebilir hatta abartırsan sürekli gülümsersin kendi kendine. İşte benim için tam da böyle bir şarkısın sen http://www.youtube.com/watch?v=pR7qODTxjfY.



21 Eylül 2013 Cumartesi

iade-i blog

Geçen gün hayatın en önemli duygusunun ne olduğunu buldum.."Güven"
Mesela onun yanında hissettiğin huzur, onunla geleceğe dair kurduğun hayaller, neyi neden yapıp yapmadığını anlayabilmenin tek yolu birine güvenmekten geçiyor.
Mesela, birini mutlu etmenin yolu bazen ona birazcık güvenmekten geçiyor...
Yıllar yıllar önce M.Y. daha küçücük uafacık tefecik bir çocukken, ilk kahramanına güveni kırıldı..Ve o günden sonra hiçbişi eskisi gibi olmadı. Sonra ilk kahramanın M.Y.ye güvene kırıldı..O günden sonra da hiçbir şey eskisi gibi olmadı...
Öyle ki, tam da onun istediği gibi bir hayat yaşadığım halde içimdeki tüm isteklerimi bastırdığım halde, hala birşeyler eksik. Ve o şeylerden en önemlisi güven.
Çok kırgınım..Keşke uzaktan bir gözü olsa ve benim yapmadıklarımın korkumdan değil de, onu üzmemek için olduğunu anlasa..Ah bir anlayabilse..
Oysa ben ilk konserime (bir çilekeş konseriydi) onun izniyle gitmiştim..Birbirimize aynı evin içinde yabancı olduğumuz günlerden birinde tüm cesaretimi toplayıp odasına gidip izin istemiştim...Karnımda kramplarla!
Sonra reddedildi isteğim..Bişi demeden odadan çıktım..Ertesi sabah konser kaçtaydı diyip, birazcık para verip iyi eğlenceler diledi. Hayatımın en mutlu günlerinden biri o gün olabilir.. Hatta babamın konser kaçtaydı diye soruşu en en en mutlu hissettiğim anlarımdan biri olabilir..
Neyse, bu konuya çok değinesim yok. Birgün çocuğum olursa, ona da, çevreye de güvenicem ben! Elbette belli değerlere sahip bir çocuk olursa,annesi gibi :)
Babama kırgınlığımın dışında, bu aralar hissetmediğimi fark ettim. İyi kötü hiçbir şey. Tükenmişlik sendromu tam olarak bu olmalı :/  Hiçbir şey, hiçkimse umrumda değil.
Yaşamımın derinliklerinden ağır ağır yükselen güneş, soluk ışıklarını saçmakta dört bir yana..Güneşin içimdeki bu karanlığı aydınlığa çıkarması için, içimdeki tüm karamsar sis bulutlarından sıyrılıp parıl parıl parlaması için kaç gün,kaç ay,kaç mevsim geçmeli bilmiyorum. Tek bildiğim bir an önce saklandığı yerden çıkmalı. Hem de öyle sözüm ona filmdeki gibi "saklandığı yerden aşk için" falan diil, bir parça huzur için çıkmalı..
Yaşamımdaki sorunların kökenine indiğimde, hepsinin merkezinde kendim olduğunu görüyorum. Ben ve yanılgılarım... O kadar çoklar ki, uçsuz bucaksız bir deniz gibi...Sığ olanlarından değil, sürekli dalgalanan bir deniz bu. İçimde ne fırtınalar kopuyor a dostlar! İçimde fırtınalar yüzümde maske  klişesi :(
Her yazısına klişe bir cümle katan klişe M.Y iticiliği :/
Özeleştirimi de yaptığıma göre, çok uzun zamandır gizi gizli takip ettiğim, takip etmenin ve edilmenin yalnızca follow butonuyla alakası olmadığını birbirimize gösterdiğimz bir arkadaşıma yazmak istiyorum..Uzun zamandır yazmak istiyorum,çünkü iyi değil biliyorum..
Keşke hep iyi olsa..
Her ne kadar bana karşı kendini suçlu hissetse de, ona hiç kızmadığımı bilince rahatlar belki. Onu öylesine iyi anladığımı bilse, tekrar kendine inanır belki. Çünkü, her ne kadar kendi bunu kabul etmese de o tam da benim ve diğer tüm arkadaşlarının inandığı çocuk. Başından beri öyleydi ve görüyorum ki öyle de olacak.
Aslında tanışmamız  çok eskilere dayanmadığı halde niyeyse bana uzun yıllardır tanıyormuşum hissini yaşatan arkadaşım..Hayat seçimlerden ibaret, ve kesinlikle sen doğru olanı yaptın. Sonu iyi olmadı belki ama önemli olan senin de söylediğin gibi pişman olmamak. Çünkü seçimlerimizi yaparken, buna değerdi değmezdi diye düşünerek yapamayız. Belki bazen yaparız da, söz konusu ikili ilişkiyse, hele aşksa, hiçbir karşılık gözetmeden peşinden sürüklenir gideriz..Bazen gittiğimiz bu yolda, birilerini kaybederiz..Her seçim bir vazgeçiştir klişesi :) (yazmasam olmazdı)  Ama ama ama her mantıklı insan -ki burda bu kişi ben oluyorum- bu vazgeçişin nedenini anlayabilir inan bana..Evet sinirlendim, kızdım, ama ben olsam napardımı düşündükçe de tüm o kırgınlığımın yerini biraz özlem aldı..
Güven diyorum tam da böyle bir şey.  Beni incitse de, beklemediğim bir şekilde, beklemediğim biriyle gitse ve beni yoksaymış gözükse de, aslında hep bir yerlerde varolduğumu biliyordum. Yanılmadım.. Çünkü samimi ilişkiler asla son bulmazlar.Zaman zaman koparlar belki, ama birgün bir yerlerde tekrar kesişir yaşamları. İşte o gün, saatlerce sohbet etme, o süreçteki tüm detayları merakla,ilgiyle dinleme vaktidir.
Şimdiyse biraz müzik ve ardından uyku vaktidir.
http://www.youtube.com/watch?v=Zx4Hjq6KwO0





23 Ağustos 2013 Cuma

bilirkişi

İnsanın kendi içindeki çatışmalar,geleceği konusunda karar verme gücünü ve iradesini elinden alıyor..Güçsüzleştiriyor..
Sonra,kendi iraden dışında birşeyin, birinin, bu karmaşık ikilemi çözmesini öyle çok istiyorsun ki..Sorumluluğu atmak istiyorsun..
Sen olsan ne yapardınlarla dolu bugünlerdeki cümlelerim..
Böyle bir yol,bir kişi yok maalesef. Herkesin kendine göre tercihleri ve tercihlerinin sebepleri var. Tabi ki farklı farklı..
Biliyorum, hayatının kararlarını alması için bir başkasından bişiler ummak kadar saçma bişi olamaz. Ama böyle durumlarda sağlıklı düşünemediğin için, verdiğin tüm kararları sorgular oluyorsun..Diyorum ya özgüven falan kalmıyor. Yanlış da olsa bir başkasının dediği hep daha çekici.
Ruhumun çataklarından su damlaları sızıyor..Bir başkasına onun için acı çekecek kadar bağlanmayı,birini sevdiği için güçsüzleşmeyi taşıyamıyorum. Sevgi mi aşk mı sorun burda...Sevgi mi alışkanlık mı aslında tam da burada..
Yaşamımı değiştirmek ister miydim..Bugünlerde evet. Neresini mi ? Ben de bilmiyorum.
Hani ilkokulda matematik dersinde hiçbişi anlamazsın, hoca nereyi anlamadın dediğinde en baştan anlat diyesin gelir diyemezsin kafasına göre herhangi bir kısmını tekrar anlatır, anlamış gibi yaparsın,susarsın..Tam da böyle sanırım.Çünkü birşeylerin en baştan değişmesi lazım. Kafamdaki soruların en başından beri aydınlatılması lazım ya da..
Ama şunu da biliyorum. Herşeyden önce birşeyleri değiştirmek,anlamak, ya da başkalarını suçlamadan yapmam gereken tek birşey var o da ne olmak istediğimi bulmam..
Lisede rehberlik derslerinde motivasyon amaçlı aktiveteler yapılırdı, gözlerini kapatıp 5-10 yıl sonra kendini nerede gördüğünü bir kağıda yazman istenirdi. Ha işte ben orda hiçbişi göremezdim :( Hatta alla alla niye benim hayallerm yok ölcek miyim acaba falan modundaydm.Ama bir tanesinde birşeyer yazmam kesin bir şekilde istendi.Ve ben de inanmayarak böyle gayet öylesine "Tek celse" adlı bir hukuk bürosu açtığımı yazmıştım. İyi ki de inanmamışm. Hayal kırıklığı olmadı :)
Ha inanmadığım için mi olmadı, çalışmadığım için mi orasını bilmiyorum. Bildiğim tek şey, zekiyim ama çalışmıyorum :) Ben onun kadar çalışsam bıdı bıdı.. (ondan daha fazla çalıştı,yine olmadı yine güldürmedi)
Neyse buralara çok değinesim yok. Sadece anlamaya çalıştığım, bir insan nasıl tanımaz kendisini. Aslında alışkanlıklarım bile aynı. İstatistik çıkartabilecek kadar tekrarlıyorum eylemlerimi. Ama ama ama işte ne istediğime, neden onu istediğime,neden istemediğime, ne olduğuma verecek hiçbir cevabım yok!
Benim hiç vazgeçemediğim şarkılarım var..Zamanında çok dinlediğim için marjinal faydası düşmüş,75757 yıldır dinlemiyorum belki, ama mp3ümden  birgün dinleme ihtimalime karşın silmiyorum. Silemiyorum.
Bazıları var mesela, böyle tek şarkısını sevmişim, sonra o şarkının modası geçmiş ama ben hala dinliyorum..Benim içimdeki modası hiç geçmemiş..Her dinleyişimde ilk kez dinliyor gibi aynı yoğunlukla dinliyorum onları.
Alışkanlıklarım var. Mesela, her gün töme gitmeden su aldığım büfe bile aynı.. Bunları bir anda yoksaymak düşüncesi bile ürkütücü. Yaşamımın baştan aşağı değişeceği düşüncesi bile inanılmaz uzak bana. Zaten öyle olmuyor alışkanlıklarıma devam ediyorum..
Müslüman bir aileden geldiği için müslüman olan bir çocuk gibi, babası fenerbahçeli olduğu için fenerbahçeli olan bir erkek gibi, annesinden gördükleriyle, kendini, vüucudunu keşfetmeden kadın olmaya çalışan minik bir kız gibi..Öğretilerle yaşıyorum hayatı.
Niye ya ? Niye olmak istediğim kişi olamıyorum ? Neden hep hayatı gördüklerim kadar yaşayabiliyorum? Neden benim bir yoldan gitmem için daha önce birilerinin ordan gitmiş olması ve iyi-kötü bir fikre sahip olması gerekiyor sanki. Bazen kötü olduğunu bilsem de ısrarla gidiyorum o yoldan,orası ayrı. Orda devreye hırs giriyor, benliğimin %87sini oluşturan merak duygusu giriyor vs. :)
Çok mu karanlık tünelin sonu, neden ilk giden ben olamıyorum..İşte bunların hepsi, kendini tanıyamamaktan geliyor ki en kötüsü de bu azizim.
Hayatım, başka yaşamların kötü bir taklidinden ibaret. En kötüsü bu. Kesin bu!
Aslında tüm bunların bambaşka bir nedeni var, birilerinin üzülmemesi. Çünkü onlara alışageldiklerinin dışında davranırsan kızarlar. Ama en önemlisi üzülürler, çok üzülürler ve sen kıyamazsın..Hayatı gördüklerin kadarıyla yaşamayı kabullenmek kalır geriye..Kabullenemezsin, sadece hayal edersin..Böyle olmasaydı nasıl olurdum ki acabayı..
İşte artık bişileri kabullenmekten sıkıldığımın yazısıdır bu. Olmak istediğim kişi olabilmenin, nerede ne zaman kiminle olmak istiyorsam bunu yapabileceğim hayalinin yazısıdır bu. Ve elbette, kabullenemeyişlerin, zamanla sıradanlığa dönüştüğü ve sadece lafta kaldığı, alışkanlıkların dibine vuran birinin yazısıdır bu.
Bu şarkıysa bir vazgeçemeyişin, hiç eskimeyişin şarkısıdır.
http://www.youtube.com/watch?v=TR3Vdo5etCQ






19 Ağustos 2013 Pazartesi

eski cumartesiler.

Cumartesi kuşağı filmleriyle büyüdük biz. Bir grup lise öğrencisi, ergenlik bunalımı, özgüvensizlik, öfke kontrolsüzlüğü gibi sorunlarından sıyrılıp filmin sonunda, tam son dakikada , başarılı olurlardı. Artık konu her neyse.. Genelde müzik yarışmalarının yapıldığı filmler olurdu onlar. Esas kız/oğlan son dakikada sahneye fırlar mikrofonu alır ve ağzı kulaklarında şarkısını söyler -ve tabi ki- birinci olurdu.
Kimi zaman da basketbol,futbol gibi spor müsabakalarının yapıldığı filmler olurdu. Ve kahramanlar yine son anda 3lük atışlarını yapıp birinci olurlardı. Ve böylece, hem filmlerin mutlu sonla bitmesine alıştık, hem de kendimizi o başrolün yerine koyduğumuz için sonunda birgün kazanacağımıza inandık. Ben hala inanıyorum gerçi. Zaman zaman düştüğüm karamsarlıklar geçici. Sonunda ben kazanacağım. Son neresi tabi onu ben de bilmiyorum.
Tüm bunların dışında bir film vardı ki, benim için çok özeldir. "My girl."
Taa o zamandan filmlerde dram seveceğim belliymiş sanırım..Aşk, sevgi, arkadaşlık üzerine ufak bir yolculuğa çıkmak isteyenler mutlaka izlemeli..Bir filmi böylesine klişe betimledikten sonra, nasıl, hangi yüzle yazmaya devam edicem bilmiyorum :(
Mmm mesela aşkla sevgi arasındaki o kişiden kişiye göre değişen tanımı yaparak biraz özelleştirebilirim belki  amaçsız yazımı :)
Aşk, bana göre,en en en basit tanımıyla romantik komedi filmlerindeki o mükemmel adamı izlerken, gülümsemek, ve sana benzer şeyler yaşattığı için şükretmektir. Asla bir iç çekiş diil.
Bazen de, o mükemmel adamın yakınından bile geçmeyecek odunlukta birini, tüm benliğinle sevmektir..Hatta odun oluşunu bile fark edememektir.
Sevgiyse herkese karşı hissedilen o huzurlu his işte..Anneni, babanı, ağacı,toprağı herkesi her şeyi sevebilirsin. Önemli olan aşık olduğun adamı sevebilmekte. Eğer sevmiyorsan, o aşk denen heyecan ve arzularla çevrilmiş his bttiğinde - ki günün birinde mutlaka bitiyor!- devam edemiyorsun. Bitiyor.. Anı yaşayan, yaşanmışlıklarına ve geçmişine bağlı kalmayan bir tipsen, biter bitmez yeni bir aşka, bir heyecana yolculuk yapıyorsun..İyi mi yapıyorsun kötü mü yapıyorsun bilmiyorum.
Hep derim, herkes kendi için yaşar ve yaşamalı. İnsan bencildir. Olmalı olmamalı kısmı tartışmaya bile açık diil çünkü bencildir nokta. Ama birinin hayatından sadece sen istedin diye çıkmak da bilmiyorum ne derece doğru. Mantığıyla yaşayanlar,sizin işiniz kolay tabi!
Hiç beklemediğin bir zamanda, öyle bir gidiyor ve sen öyle çaresizce bakıyorsun ki gidişine..Bunu yaşamış biri olarak, bir başkasına aynını yaşatmak ne derece etik cidden bilmiyorum..
Her şey etik mi olmalı orası da ayrı tabi. Olmalı olmasına da, etik mi oluyor sanki.
Senin o kıyamadığın, adına aşk dediğin şey bir anda sırf kendi istekleri ve beklentileri için gidiyor.Sen neden gittiğini bile anlamıyorsun. Sadece gözyaşları kalıyor geriye. Ve o yalnızlık hissi..Mutsuzluğun kimsenin, en çok da onun umrunda olmuyor..Boğuluyorsun hem de öyle derin bir karamsarlıkta boğuluyorsun ki tarifi mümkün diil..
Hayatı bir başkasının isteklerine göre yaşamak çok saçma çünkü. Yalnızca onun istediği zamanlarda, istediği statüde hayatında olman daha da saçma!
Bu adına aşk, ayrılık dedğimiz hisler birer moddan mı ibaret acaba. İnsan birgün karşısındakinin en güzel yanlarını görüp, birgün tüm negatifliklerini ortaya döküyorsa bunun başka ne açıklaması olabilir ki. Keşke herkes, tüm şartlarda tüm olumsuzluklarda tüm o nefret dolu modlarda bile, kıyamasa karşısndakine.
Nerde be..Ama suç bizim diil. Hiç olmadı. Her şey o beğenmediğimz, sonunu tahmin ettiğimiz cumartesi kuşağı filmlerinin yerini amaçsız dizi tekrarlarıyla dolduranlarda. Sizi sevmiyorum :( Pis yedili izlemeye mecbur bırakılan bir kızın serzenişinin son cümleleri...
Fonda http://www.youtube.com/watch?v=pp95olCn3lY ile..




13 Ağustos 2013 Salı

samimiyet(!)

"Sevgi anlaşmak değildir, nedensiz de sevilir" cümlesindeki anlaşmak kelimesini açıklayınız.
Anlaşmak nedir ne değildir ben bir sonuca varamıyorum.. Deli gibi eğlenmek mi, sorunlar varken bile yan yana geldiğinde  tüm samimeyetinle içten bir gülümseme mi yoksa ?
En iyi arkadaş ya da sevgili denen şey niye mi var ? O üstümüze üstümüze gelen sorunların yükünü hafifletmek için mesela.Sadece ikinizin anlayabileceği esprilere saatlerce gülebilmek için mesela. İçinde bulunduğun çıkmazdan seni çekip kurtarabilmek için mesela..
Meselalar çoğalıyor bazen :(
Konu dışı bilgi :  "Bazenler çoğalıyor bazen" ler de tiwitır ve feysbuk da çoğalıyorlar ki onlar keşke yok olsa.
Yani sadece eğlenebildiğin, ya da sadece buluştuğunda yaşamında hissedebildiğin biriyle sağıklı bir ilişki inşa edebilir misn bilmiyorum..
Herkesin bişiler anlatmaya odaklandığı bu yeni dünya düzeninde, birinden nasılsın sorusunu duymayalıı ne çok oldu..Sadece anlatma odaklı yetişiyoruz çünkü. Açılın yoldan bencil bir nesil geliyor.
Sadece kendisi istediğinde, istediği kadar yakınlaşan insanlar olduk.
Teknoojiydi şuydu buydu. Tamam bu durumun temelinde yatan şeyleri açıklamada hepimiz mükemmeliz. Hepimiz her zamanki gibi çok biliyoruz. Peki ne yaptık, değiştirmek için ne yaptık eleştirmek dışında.
Kocaman bir hiç.
Sonra büyük büyük cümlelerle nerde eski bayramlar deriz. Eskiden insanlar birbirini düşünürdü deriz. Son derece samimiyetsiz buluyorum böyle tipleri. Gerçekten özleyenler ayrı...Bir de laf olsun diye konuşan tipler var onlara benim lafım!
Sen tüm aileni bir bayram kahvaltasında toplamaya çalıştın,onlar da gelmediyse, de eski bayramlar de, insanlık ölmüş de, akrabalık bağlarını gözden geçir. Ama hiçbir adım atmıyorsan söylediklerin anlamsız birer kelime yığınından ibaret oluyor.
Aylarca kendisi de mesaj atmadığı halde, sen mesaj attığında "oo hayırsız sen mesaj atar mıydın" diyen insan kadar itici oluyorsun böyle gözümde.
Eleştirmek kolay, kızmak, suçlamak kolay. Çünkü bu savunma mekanizması denen şey öyle bir anda devreye giriyor ki, sen söylesen ben yapardım, gelirdim, ederdimlerle dolu hayatlarımız..
Birinin bizi dürtmesi gerekiyor. Aman mazallah biz dürten kişi olmayalım, hep bekleyelim. O benden beklesin, ben ondan, şu bundan...Sürsün gitsin böyle kısır döngü.
Gerçekten sıkıldım. Birşeylerin sürekli benden beklenmesinden sıkıldım. Adım atmaktan sıkıldım. Egolarımdan sıyrılmış olmak adına  verdiğim adım atma savaşında yoruldum. Kimseye, hiçbir şeye adım atasım yok. "Ben olduğum yerdeyim sen gel, ama olduğun gibiysen gel"
Çünkü ben hep buradayım, yıllardır aynı merve olarak. Ya 7 yıldır her gün  aynı mekana giden insanım ben. Ne kadar değişebilir ki hayattan beklentilerim. Sadece biraz zamana ihtiyacım var... içimdeki her şeyden arınmalıyım. Kafamdaki akıl veren seslerden arınmalıyım. Herkes anlamalı yaşadığımın basit bir sevilme duygusundan çok daha fazlası olduğunu. Verilen emeğin bir anda unutulamayacağını, kötüyken yanlış kararlar almak istemeyişime herkes saygı duymalı..
Kimse anlamaz çünkü, o basit yorumlarını getirirler kendi hayatlarıyla kıyaslarlar ve seninki de sorun mu yaaa ben şunu şunu yaşadım diye konuyu bir anda kendi aptal hayatlarına getirirler tüm umursamazlıklarıyla.
Sen kıyamazsın, sevmesen de dinlersin, kalp kırmak istemezsin sonra o bir anda gelir seni öyle bir kırar ki. Kırgınlığın geçmez.."Al şu bardağı yere at ,tekrar eskisi gibi olabilir" mi diyen Ayşecik replikleriyle büyüdüysen hiçbir zaman geçmez hem de o kırgınlıklar..Gün gelir,içinde bastırdığın her şey su yüzüne çıkar ve sen bu kadarını taşıyamadığını hissedersin. İşte bundandır adım atmayaşının, umursamaz görünmenin sebebi.
Hiçbişi bilmeden,inandıkları dışındaki her şeyi saçma diye yaftalayan insanlar bence beni biraz yalnız bırakmalı. Olayı bilmeden etmeden yaptığınız tüm o klişe yorumlarınızı da kendinize saklamalı ha ?
Benim hayatım, benim kararsızlığım der giderim.
Şarkı mı ?
Hiç unutmam , çünkü müzik notaların bir araya gelmesiyle oluşan ses bütününde çok daha fazlası. Ruhun tamamlayıcısı resmen. E o zaman,
http://www.youtube.com/watch?v=uzR5jM9UeJA

10 Ağustos 2013 Cumartesi

kendinin farkında olmak.

Her şey, yaklaşık 1 saat önce otobüste gördüğüm minik bebekle başladı..Ben çocukları çok severdim..Yani ama hepsini dii, böyle minnak olanları..Biraz büyüyünce napıyım ben o bilmiş bilmiş konuşan büyümüşte küçülmüş varlığı.
Sonra birden alışkanlıklarım değişti, sevmez oldum bebekleri.. Bir de o bebeğin suçu yok ki, o masum diyen tipleri hiç sevmedim, sevemedim. Yine aynı tipler, dünyada annesiyle babası ayrılan ilk insan da son insan da sen diilsin diyerek daha da basitleştirirler kendilerini..Bi çocuk düşünün ki, bööööö dünyada ilk ayrılan bizimkiler diye zırlayan. (Düşünemedi )
Bir de, annenle babanı barıştırmak için bişi yapmadın mı diye soran amaçsızlar var ki, yukarıda bahsettiği insan tipinin türevi. Sen biliyorsun çünkü,biz bilmiyoruz!
Neyse, ben de biliyorum, annemle babamın ayrılmasına o bebek neden olmadı. Hatta bebeği bırak, adı dışında hiçbişeyini bilmediğim, görmediğim o kadın da neden olmadı ayrılmalarına..Olayı dramtikleştirmeye gerek yok, anlaşamadılar ayrıldılar da zaten ben şu an burda diilm.Hiç diilim..
Babamın, adlarını bile bilmediğim iki bebeği, beni tüm bebeklerden, baba-oğul görüntülerinden tiksindirdi. Hiçbirinin bana sevimli gelmeyişi bu yüzdendi. Seviyordum yine ama sanki sevmekten rahatsız olurcasına. Hemen uzaklaşıyordum..Taa ki bugün,dünyanın en tatlı bebeği olabilecek nitelikteki bebeği gördüğümde fark ettim. İçimdeki sonu gelmez nefret,kıskançlık beni olmak istediğimden, ya da yaratılıştan gelen sıcakkanlı mizacımdan çok uzaklara götürmüş.. Gerek var mı ? Hiç yok..
Allah insanları birbirinden o kadar farklı yaratmış ki..Bu sonsuz çeşitlilikte, ortaklıklarda buluştuğumuz insanları bu yüzden seviyor, onlara bu yüzden dört elle yapışıyoruz bence..
Ama yine feysbuk sayesinde kustuğumuz, bir söz var ki..Ben ondan hep kendimi bulmuşumdur. En eski ben biliyodum tamam mı siz bilmezken ben okuyordum o adamı :) Bir de böyle tipler var sahi, bizim dershanede de bir çocuk vardı, çiğköfte yemeye giderdik topluca..Çiğköfteyi ondan öğrendiğimizi idda ederdi. Yazık. Nasıl bir kaf dağında görüyorsa kendini..Böylelerinden sana sığınırım Ya Rab!
Gereksiz bilgileri de paylaştığıma göre, sıra -bence- insana dair en güzel özette :
 "Asında seninle vişne ile kiraz gibiyiz; uzaktan aynı, yaklaştıkça ve tattıkça farkı anlaşılan.."
Ne de güzel ifade edilmiş..Ruh eşim dersin,kardeşim dersin her şey dersin de tamamen aynı olamazsın işte.. Sadece belli paylaşımların ortaktır hepsi bu. O paylaşımlar azaldığında da, arkana bakmadan gidebilirsin. Aranızdaki bağ sadece ortaklıklardan ibarettir çünkü. Gidemiyorsan, alışmışsındır dostluğuna,aşkına,sevgisine..
Sonra o da geçer gidersin işte günün birinde ansızın..
Gidemediğin, sırt çeviremediğin tek şey varsa o da kan bağıdır işte..Ne yaşarsan yaşa, bazen öldürmek istesen de aranızdaki kan bağı seni bir şekilde yakınlaştırır..
Bugün bunu hissettim işte.. Çok değil, daha geçen kurban bayramında uzaktan babamla el ele görüp, eve gelip saatlerce ağladığım, kıskandığım o miniği, şimdi merak ediyorum sanırım.
Belki bu da gelip geçici bir his, otobüsteki o mükemmel çocuğun içimde bir anda oluşturduğu bir his sadece kimbilir..
Ya da iyi bir insan olmak, iyi bir evlat olmak için kendime bile itiraf edemediğim bir adım sadece..Babam dünyanın en iyi babası ve onu mutlu etmek için kendimi zorluyorum kabullenmeye belki.
Her neyse, hadi bunu da zamana bırakalım..
Zaman içimdeki nefreti, sevgisizliği, saçma sapan alışkanlık duygusunu her şeyi alsın ve arınayım..Tıpkı, Allah'ın insanı ilk yarattığındaki hal gib,i tertemiz olsun kalbim..
Daha önce de söylediğim gibi, tüm dışsal faktörlerin içimde oluşturduğu bu nefret dolu kalbi sevmiyorum ben. Siz de sevmeyin. Gerçekte olmam gereken kişi olana dek..
Neyse,
Hafif müzik dileyelim mi bu akşam ?
http://www.youtube.com/watch?v=fV4DiAyExN0



9 Ağustos 2013 Cuma

sebepsiz ve sonuçsuz denek hayatım.

Geçen yıl -bitmek bilmeyen Aksaray-Ankara yolculuklarımdan birinde- sapsarı düz bir arazi gördüm..Hep görüyordum ama bu kez daha bir başka gördüm. Bana hiçbişeyi sevme hakkı vermediler ben de o sarı araziyi sevdim :( 
O sarı arazi benim yaşamımdı. Ara ara gözüken tümsekler yaşam grafiğimin bir parçasaydı sanki. Yapmak istediklerm ve yaptıklarım kesiştiğinde o dağın zirvesindeydm Düzlükler ise yaşamımın sıradanlığını simgeliyordu.. Oysa bir de yapmak isteyip yapamadıklarım vardı ki, onlar beni en dibe, taa derine itiyordu. İşte tam da bu noktada şunu sorguladım. Yapmak istediklerini hiç düşünmeden sıralayabilecekken, neden uygulayamaz ki insan.. Neden maddi-manevi  bahanelere takılır ki.
Hep engeller var önümüzde çünkü..Üniversiteye bir kapak at gerisi tamam..Sonra mı ? Ah bir mezun ol da tamam her istediğini yaparsın..Eee her şey bitti işte, şimdi de sırada işe gir her istediğinialırsın,yaparsın,edersinler..
Hı hı yaparsın..
Tamam kabul, önümüze sunulan bu hedefler için yaşıyoruz..Ama hayallerin hedeflerinin gölgesinde kalıyorsa bu işte bir sıkıntı var...
Hayatı ertele, düşünmeyi ötele, çalışmayı ertele sonra da mutlu olmayı dile pastadaki mumları üflerken..
Benim tatlı hayallerim var gerçeklestiremediğim..Son derece sıradan, belki hayal diye nitelenmeleri bile komik..Belki benim hayal ettiğim yaşam,bir başkasının sıkıldığı,kaçmak istediği monotonlukta..Belki bir başkası da benim yaşamımı hayal ediyordur,kimbilir :) ( Hayallerimden hala günün birinde bahsedicem şimdi diil  )
İnsan şükretmeli..Allah tarafından kişiye özel olarak bahşedilen yaşamın güzelliklerinden faydalanmayı da bilmeli..Bu yüzden, bırak bunları yazıya döküp somutlaştırmayı, hissederken bile vicdan azabı çekiyorum. Kimler neler yaşıyor,benim dertlerime bak. Ama işte gerçekten herkesin sorunu kendine, biri aşk acısı çeker, biri ölüm acısı , bir diğeri bambaşka bir acı. Ve o an, dünyadaki en büyük sorun onun sorunudur, bilir gerçekte öyle olmadığını..Sadece içinde aşamaz birşeyleri..
Vicdan azabı..Bu duygu hakkında söyleyecek çok şeyim var. Sen ne berbat bir hissin öyle. Yemekten içmekten keser,zayıflatırsın insanı..Verdiğim kiloları neye borçluyum sanıyorsunuz hı !
Ya sadece varolan birşeyi söylüyorum, ama sonrasında onu insanların gözünde düşürdüğüm durum aklıma geldikçe içim daralıyor. Ne yaşarsam yaşayım,susayım diyorum ama olmuyor ki,elim sürekli birşeyler yazmaya gidiyor o sinirle..Ya da dinlenip dinlenmemeyi umursamadan anlatıyorum ilk bulduğum insana..
Bir çözümü olmalı. Ya ben şu aptal hislerimi kontrol etmeyi öğrenmeli,öfkeme yenik düşmemeliyim.. Ya da insanlar bu kadar bencil davranmamalı.
Bazen böyle yepyeni bir şehirde tatlı bi hayat kurasım geliyor..Ama böyle herkesten,herbişeyden kaçmak gitmek..Ve o şehir elbette İstanbul oluyor. (Bu hayaldaki ergenliği bulunuz)
Neyse,sonra gitmek istediğim için bile vicdan azabı çekiyorum. Nasıl bırakmayı aklımın ucundan geçirebilirim diye. İşte bu öyle bişi ki sen yönlendiremiyorsun, şıp diye aklına geliyor.
"Nasıl böyle düşünebilirsin" diye bi dünya yok! Olsa olsa dünyanın en amaçsız sorusu olur bu.
Düşünebilirsin, hatta düşünmem desen de düşünürsün önemli olan bunu davranışlarına nasıl yansıttığın. İşte sonuç olarak benimki de,  feysbukta sıkça gördüğümüz Can Yücel cümlesi, "Ben her bahar gitmek isterim, gittiğim olmadı hiç,ama olsun istemek de güzel" durumu.
Sadece yapmak istediklerim olsun e mi. Aman yapmayayım hiçbirini.
Tüm bu karamsarlıklar niye mi ? Ya da neyin mi korkusu bu ? Yapamadıklarımın, içimdeki o heyecanı,inancı,isteği birgün tamamen bitirmesinden korkuyorum. Daha da sıradan,dümdüz bir insan olmaktan korkuyorum..
Yeni yaşımın ilk bunalımını da paylaştığıma göre bana bb, Lana Del Rey'e hi ! :*
http://www.youtube.com/watch?v=941DmatcK8M



8 Ağustos 2013 Perşembe

24

Eskiden,çok eskiden iletişim ağları böylesine gelişmemişken insanlar birbirlerine mektuplar yazarlarmış.Tüm duygularını bir iki sayfacık kağıt parçasına sığdırmaya çalışırlarmış.. Çünkü söz uçar,yazı kalırmış :) Yazı,el yazısı insanın hislerinin yoğunluğunu anlatmada en belirleyici unsurmuş..İşte ben de beklediği bir mektubu alır almaz ağacın altına koşan insanın heycanından istiyorum bu ara. Böyle yaslanmışım arkama, bu keyif bitmesin dercesine okuyorum.. Sonra, tekrar tekrar okuyorum..Her bir kelimesinde kendimi buluyorum..
Bakıyorum ki tüm bunlar birer yanılsamadan ibaret..Ne mektuplar var artık, ne de bir kelimesiyle heycanlanmamı sağlayan insanlar etrafımda...Hiçbişi eskisi gibi saf ve masum diil çünkü..Hiçbir duyguyu belli etmeyen mesajlar,mailler var artık..Duygular,gizli kapaklı kimsenin o gerçek taa kalbinden gelen hissini bilemiyorsun...Senin hislerini de onlar bilmiyorlar..İçinde yaşadıklarına hiç ama hiçkimse ortak diil..Kötü günler geçiriyorum,kimse farkında diil..

Ben mi büyütüyorum gözümde, yoksa hayat mı kıymetsizleşti. Hayata yeniden tutunabilmek bu kadar zor olmamalı. Belki de, hayallerden sıyrılıp hayatın sıradanlığında yitip gitmek gerek bazen. Çünkü birşeyler oluyor, olmaya devam ediyor.Senin haberin bile olmuyor neden olduğundan. Kendince nedenler uyduruyosun zihninde, en kötüsü de sonunda sen bile inanıyorsun kendi bulduğun o uyduruk sebeplere. Kabullenmen zaman alıyor tabi, bu dönemde içine kapanıyorsun. Kimseciklerle konuşasın, itiraf edesin gelmiyor. Söylenen her bir kelime daha da gerçek kılıyor yaşananları ve senin tüm bunların gerçek olduğuna inanasın gelmiyor.Tam bu esnada, kendi karmaşana çare ararken, bir başkasının çaresizliğiyle değişiyor zihnindekiler. Tek sorunum bu olsun bak millette neler var diyorsun içinden.. Sonrası mı ? Tek sorunun o olmuyor.. Kötü kötüyü çekiyor ve her şey berbat gidiyor..

Tam bu noktada  o çok sevdiğim "küllerinden doğmak" sözü geliyor aklıma.. Doğamasan da doğmaya çalışmak bile yeter. Uçmasan da kanatlarını çırpmanın yeteceği gibi :)
Artık kendime inanmak istiyorum. Günün birinde bişiler başarabileceğime inanmak istiyorum..Etrafımda yine mi diye soran insanlar istemiyorum..Bu bana başarısızlığımı,kalıbından çıkamamışlığını hatırlatıyor..Oysa benim unutasım var tüm o başarısızlıkları,özlemleri,her şeyi..Amaçsızca geçmişiyle yaşayan bir tip olduğum için şu an mutsuzum çünkü. Geleceğin o bilinmezliğinde kaybolmak istiyorum. Hiçbişi düşünmeden, kimseyi umursamadan,sadece kendimi düşünerek yaşamak istiyorum..

Neden bu kadar çok isteklerimden bahsettiğime gelince, bugün benim doğum günüm... 24 yaşımdan gün aldım.. Koca kız oldum..Babanneme göre evde kalmışlığın yaşı bu..Babama göreyse 24 yaşında olmak bana hiç yakışmıyor..Onun minik fındığıyım çünkü..
Bana gelince, çocukken biri bana 24-25 yaşında olduğunu söylediğinde, hemen "küçük gösteriyorsunuz" yalanını söylemeye başlardım. Çünkü o kadar büyüktü ki bana göre o yaşlar. İnsanları mutlu etmeliydim.İşte gözümde bu kadar büyüttüğüm için hala 24 yaşında olmayı kabullenemiyorum. Ya da 24 yaşında olmanın birikimini hissedemiyorum belki..
Hiç geçmez sanırdım insanın doğum günündeki aptal mutluluk, hep onunla olur sanırdm..Geçiyormuş..Hiç mutlu hissetmiyorum bugün..Hatta öyle ki,yapmacık kutlamalara,yapmacık teşekkürler edeceğim şu gün geçmeli bi an önce..
Ha biliyorum,bazılarınız çok samimi onlar ayrı tabi :)
Kötü bir bayram geçirdim.. Bayram ruhunun olmadığı, o gereksiz ama tatlı koşuşturmaların olmadığı boş bir  bir bayram geçirdim..Ve mutsuzum işte.. Her ne kadar geçmişi özlediğim için hayıflansam da, ben tüm ailemin bir arada olduğu o eski bayramları özledm..
Konudan konuya geçtiğim bu yazı da bitmeli sanırım artık..Hayatımın en bilinçsiz dönemini yaşadığım şu günlerin son bulmasını diliyceeem yarın akşam pastamı üflerkeen artık bi  24üm ve buna göre yaşamalıyım çok radikal kararlar aldım beyler bayanlar, dağılıııın :)

Hadi tatlı tatlı şarkı dinleyerek uyuyalm. http://www.youtube.com/watch?v=Lxc3O4mQV74

17 Temmuz 2013 Çarşamba

yeşil.. ( başlık konuya uygun olan değil,içinden gelendir)

Tam da bittiği dediğin yerden başlar hayat. Hayallerinin yıkıldığı yerden yeni düşünceler türer zihninde..Ne yapabilirim de yaşamım daha iyiye gider diye..Çırpınırsın..Netice alamazsın belki ama o çırpınış seni başka bir boyuta taşır..Tıpkı yeni doğmuş bir kuş gibi kanatlarını çırpmayı öğrenirken,yeni ufuklara doğru uçmayı öğrenirsin..Kendine doğru bir yolculuktur yaptığın..Kendi aklında oluşturduğun o soyut sınırların,somutlaştığını görürsün..Neler yapabileceiğini önceleri sadece hayal ederken, sonraları sadece yaptıklarından bahsedersin..Ya da yapmadıklarından..
Bütünüyle değişir hayallerin..Yeni bir şekil veriyorsundur hayatına,o alışageldiğin davranışlarını değiştiriyorsundur bir bir..Belki de sadece içinde bulunduğun durumun yoğunluğuyla aldığın kararlar bunlar ve yapamadıkların listesinde yerini alıcaklar tıpkı eski dönüm noktalarında aldığın ve uygulamadığın kararlar gibi.
Olsun..
Bu kararların tamamını uygulayamasan da, izler bırakıyor ya yaşamında, o da yeter..Seni içinde bulunduğun o karanlık yuvadan alıyor, bir şeyi istediğinde çırpınabileceğini ve sonuç nolursa olsun Allah'tan geldiğini görebiliyorsun ya işte bu yetiyor içindeki sıkıntıları gidermeye..Tamam gitmiyor :( Ama hafifliyor diyelim işte..
Her gecenin bir de sabahı vardır klişesi..

Bundan tam 4 yıl önce, 2009 yılının 19 Ağustosunda, yaşamım baştan aşağı değişmişken,insanlara olan inancım bitmişken yeni bir şehir ve üniversite fikri beni tüm muazzamlığıyla cezbetmişti ve bir anda kötüleşen hayatım yerini umut dolu bir geleceğe bırakmıştı.. Sonra Aksaray'a gittiğimde tekrar kötüleşti..Ya da ben öyle sandım..Şimdi düşünüyorum da ne çok şey öğrendim ben orda..Mesela üniversitenin , o tanıtım kataloglarında ya da günümüz saçma dizilerinde gösterildiği gibi, elinde gitarıyla çimlere oturup şarkı söyleyen insanlardan ibaret olmadığını öğrendim..Evet,bir ergendim ve hayalim bu ve benzeri şeylerdi nolmuş :( Yaşamaya tahammül edemedim ve kaçtım..Kaçtığım o şehir diil, kendi yalnızlığımdı..İçimdeki çocuk ruhtu..Çünkü benim arkadaşlarım benim gibi olmalılardı..Aynı müziği dinlemeliydik..Aynı kitapları okumalıydık..Aynı filmleri izlemeliydik..Geçmişte bir yerlerde aynışeyleri yaşamalı ve ortaklıklarda buluşmalıydık..Ama tüm bunlar olurken,yaşam tarzları da bana uymalıydı..İşte tam da bu noktada başladı yalnızlığım. Artık bunu yalnızlık diil, kendimle baş başa kalma olarak tanımlayacağım..iyi ki kalmışım da arkadaşlığın aynı müziği dinleyip dinlememekle alakası olmadığını kavrayabilmişim..

Her neyse anlatmak istediğim bundan çok daha farklıydı.. Aksarayda içinde bulunduğum bana dünyanın sonu gibi gelen,her gün ağladığım geçmek bilmeyen günlerim aslında o kadar da çekilmez diilmiş..Sonraları fark ettim..
E o zaman, bir kaç yıl sonrasında da şimdiyi düşündüğümde sadece güleceğim değil mi ? Herkes böyle söylüyor..Ben de inanıyorum..Kendimi kandırmaya her zaman bayılmışımdır :) Tabi ki kandırmıyorum! Öyle olacak biliyorum..Duygular hafifleyince mantık devreye giriyor ve ben arada sırada yakınlarımdan geçen o mantıklı ruh halini seviyorum..

Dün tüm gün ağladım..Akan her bir damla, içimdekilerden arındırdı beni..Güçlü müyüm, hayır..Mutlu muyum, hiç değilim. Ama çırpınmak her zaman uçmak diilse de, uçmak çırpınmalarla mümkündür..Ve ben birgün uçabilme ihtimalimi sevdim :)
"Kanatlarım yoktu benim..Ama bir zamanlar melektim." Buraya tam da yakışıyor diye yazdım kanat manat.(Redd en sevdiğim grup olabilir.)
Ama bugün başka bir şarkı paylaşım var ki o da şudur : http://www.youtube.com/watch?v=NoDSuNUILH8

14 Temmuz 2013 Pazar

Metin içinde kaç kez "zaman" kelimesini kullandığımı bulunuz :(

Bir insan, hiç tanımadığı bir insanı nasıl sever sorusunun benim için cevabı birkaç gün önce hayatını kaybetti.
Ölüm..Çocukluğumdan beri düşündükçe içimi ürperten şey. Bir çeşit korku benim için... bunların hepsi daha önce hiç yakınımı kaybetmedğim için böyleydi sanırım.Birkaç gün önce, ilk kez sanki benim yakınımmış gibi benimsediğim birini kaybetmenin acısını yaşadım.
Hiç tanıyamıcak olmanın üzüntüsü içimde..Hıçkırıklar kulaklarımda..En kötüsü de çaresiz kalmak..Ölümün o soğuk duruşuna hiçbir sıcak yorum getiremiyor olmak..

Zaman akıp gidiyor..Tutamıyoruz,değiştiremiyoruz..Bunun farkında olup hata yapacak kadar gözümüz pek. Zamanın yutan eleman olma özellğine güveniyoruz belki, kimbilir..Geçmişi bir kara delik gibi yutan zaman,geleceğe açılan bir kapı sanki. Bu yüzdendir kalbimizi yeniden birilerine açabilmemiz.
Yutuyor yutmasına da, elbette hasarlar bırakıyor hafızada..En güzel anıların gölgeleniyor. Fotoğraflara bakamıyorsun duyguların hafifleyene kadar..Ve kaçınılmaz son,bizden alıp yuttuklarını yine zamanla unutmak..
"Zamanla geçer." büyüklerimizden duyduğumuz ilk teselli cümlelerinden.. Zamanla geçiyor gerçekten..Tamamen değil elbette küçücükte olsa bir nokta kalıyor zamanın yutamadığı..Araya ikinci bir nesnenin şahsın girmediği, doğrudan insanın kendisini ilgilendiren bir şeyi tümüyle nasıl zamana vereblr ki insan..Kabul eder mi zaman, demez mi "benliğini kaybediyorsun" diye. İşte, o küçük noktaları görmezden gelmek dünyanın en saçma davranışı. Ertelediğin,düşünmekten kaçtığın senin kendi hayatın..Kendi yaşanmışlıkların,kendi hataların..
Şu an yaptığım bu mu bilmiyorum.. Bir sorun var biliyorum, ne diye sormaya cesaretim yok.

Her neyse, obur demişler bana, itikadımca obur betüldür  :)  Geçmişte kalan ama benim için etkileri hala devam eden arkadaşım..Her ilişkide benzer sorunlar yaşanıyor.. Alışageldiğin davranışların değiştiğini görmek, her insan için saçmalamalara neden oluyor. Ve bizim duygularla yönetilen beynimiz, ben ne yaptım da böyle oldu diye düşünemiyor maalesef. Suçlamak her zaman en kolayı çünkü. Aşkta empatiye yer yok. Mantığa yer yok.. Varsa zaten o aşk olur mu bilmiyorum..Hep derim,böylesine yoğun şeyler her zaman hissedilmiyor..Bence seviyorsan peşinden gitmelisin yorgunluk nedir bilmeden.. Aşk fedakarlıktır,demiştim :)

Nerden nereye geldim. Yaşamın garantisi yokken, bence şu erteleyip durduğumuz konuşmayı yapmalıyız artık. Sorumsuz olabilirim ama sorunun sadece bu olmadığı çok açık ve ben bu kadarını hak ediyor muyum,emin değilim..

Emin olduğum birşey var ki, Lana Del Rey diye bir gerçek var. Dinleyin dinlettirin.. http://www.youtube.com/watch?v=Bag1gUxuU0g

24 Haziran 2013 Pazartesi

Gelecekteki kızıma mektup.Belki de oğlumadır.

Sokakta oynayan son çocuklarmışız da bıdı bıdıymış.. Aslında ben de buna inanıyordum. Taa ki  bugün eve gelene kadar. Tek birgünle inanışım niye değişti bilmiyorum.
Yorgundum. Boş boş geçen amaçsız bir gün sonrası, kulağumda asla eskimeyeceğini düşündüğüm müziklerimle eve geliyordum.Biraz yürümek için farklı bir yol kullandım.
Mahallede koşuşturan çocuklar gördüm. Yakantaop oynuyorlardı. Biz küçükken yakantop derdik. Gerçeği yakartopmuşmuş..
İçlerinde, şişman,-şişman değil de toplu diyelim- bir kız vardı. 8-9 yaşlarında. Saçlarını kısacık kestirmiş :( Eminim, saçlarını hiç bağlamadığı için annesi zorla kestirmiştir! Merak etme küçük kız,büyüynce uzun uzun çok güzel saçların olcak. Ve sen hiç toplamak zorunda kalmıcaksın. Gerçi umarım kulakların büyük değildir de arada toplayabilirsin saçını.Onun da yeri ayrı.
Herneyse, o çocuğu görünce kendimi gördüm sanki. Herşeyi bana çok benziyordu. Bir tek fark vardı, o biraz daha güzel bir kız olcak büyüyünce. Bir de eminim çok daha iyi ifade edecek kendini büyüdüğünde. Bugün arkadaşlarıyla öyle iletişim kurdu ki,hayranlıkla izledim. Zaten bu yeni nesil hep böyle. Bir şeyleri öyle hızlı, dolu yaşıyorlar ki, sonra sıkılıyorlar. Hem yaptıkları şeylerden,hem de çevrelerinden. Banane bu oyuncağı istemiyorum böööö diye ağlayan çocuklara tahammülüm yok. Annesi de yavrum daha sabah istiyordun,aldım diye peşinde dolanıyor. Biz bile mutsuzsak,onlar hiç mutlu olamıcaklar söyleyim. Nedir bu yeni nesil düşmanlığım bilmiyorum. Ama çok kızıyorum. Dolu dolu,kendilerini özgürce ifade ederek yaşamalarına imrenerek bakıyorum.Da bu kendini bilmez davranışlarına sinirleniyorum demek az kalır. Hadi çocukken şımarık olabilirsin, hemen her şeyden sıkılabilirsin..Ama büyüdüğünde değiştirdiğin şey oyuncak değil anlatabiliyor muyum.

Çok yakın bir arkadaşımın kardeşi var sürekli görüştüğümüz..Arkadaşlıkları, yaşam tarzı öyle kötüye gidiyor ki..Ve o bunun farkında bile değil.. Çünkü alışmış bir şeylere..
Babam hep günah işleyince kalbinde siyah küçük noktalar oluşan insanın hikayesini anlatır. Zamanla o küçük siyah noktalar,önemsiz gördüğümüz günahlar, kalbimizi karartıyor ve yaptığımız yanlışları normal görmeye başlıyoruz..Çünkü berk de aynısını yapıyor. Ezgi de. Melis de. Onlar yapıyorsa doğru çünkü. Herkes yapıyorsa normal..
Defalarca konuştum türlü yöntemlerle ikna etmeye çalıştım. Hala boy boy içkili fotoğraflarını görüyorum. Bahsettiğim 17 yaşında bir kız bu arada.
Demem o ki, insan birşeyleri içinde ölçüp tartma yetisini kaybetmemeli. Sonrası kötü..Sonrası kapkaranlık bir tünel,asla önünü göremeyeceğin..

Ben ilk içkili bir yere gittiğimde 17 yaşındaydım..Arkadaşlarım içmişlerdi. Ve tipik : ha ha ha içmiyo eziklemelerine başvurmuşlardı. O an kötü oldum elbette.İçmeli miydim,bilemedim.
Ama eve geldiğimde, kararım kesindi. Babannem ve babamı tüm samimiyetleriyle ibadet ederken görünce ben napıyorum dedim.Sonra kararlar aldım. Asla gitmemeliydim bir daha öyle kötü yerlere. Ben iyi bir çocuktum çünkü.
Sonra kararlar yerini heveslere bıraktı..Ve yine kendimi aynı arkadaşlarımla buldum başka içkili bir mekanda..
Çok şükür hala hiç içmedim.
İçkinin tadını sevenini görmedim bugüne kadar, o halde neden kendilerini içmeye zorlarlar bunu da anlamış değilim.Her neyse, ama işte bir şekilde yaklaşık 6 yıldır kendimi aynı mekanda buluyorum. Eskiden asla gitmem dediğim bir yerde her gün saatlerce nargilemi içiyorum. Bu da benim kalbimdeki siyah nokta işte hatta: "Ben kendimi biliyorum asla içmem özgüveni."
Halbuki hayatta neyin garantisi var ki,insanın nefsine yenik düşebilme ihtimalinden başka.
Ha şimdi bu demek değil ki,içki içen kötüdür. Elbette değil, herkesin doğrusu kendine..Ben de içmiyorumdur içen birinden daha büyük başka günahlar işliyorumdur belki kimbilir. Bu zaten,insanın bir şeylere nasıl alıştığını anlatma çabamdı. Bir şeylere alıştıktan sonra, farkındalığın azaldığını anlatmak istedim sadece..

Benim gelecekte sahip olmayı istediğim minik çocuklarım..Eğer birgün dünyaya gelirseniz tatlı çocuklar olun. Beni hiç üzmeyin. Zamanın ruhuna kapılmayın. Tatlı tatlı yakartopunuzu falan oynayın ne bileyim işte. Ben de tipik bir ebeveyn olmayayım mesela. Hep bu düşüncelerimle kalıp sizi anlayabileyim.
Çocuklarımın kötü olacağı ihtimali beni çok korkutuyor :( Ya yanlış arkadaşlar edinirlerse onlar da benim gibi.
O zaman ben de babam gibi:  ben sadece x'i suçlayamam,o iyi bir kız olabilir,sen de iyi olabilirsin ama siz bir araya geldiğinizde kötü şeyler yapıyorsanız bu arkadaşlık bitmeli falan mı dicem. Yoo bunlar olsun istemiyorum :(
Hayallerim bile kötü bitiyor bugünlerde. Türk filminde bana göre çığır açan "alamancının karısı" filmindeki çifte sondan da kötü olan sonu seçerdim bugün izleseydim kesin..
O zaman ben ve karamsar ruh halim gitsin artık..
Günün şarkısı da , http://www.youtube.com/watch?v=j-fWDrZSiZsolsun...


23 Haziran 2013 Pazar

anlatmakla olmuyor,yaşaman lazım..

Kendimi haklı çıkarmak için saçmaladığım yeni bir günden daha merhaba.
Ben ne zaman böyle bir insan oldum bilmiyorum. Neden yaptıklarımı,bir başkasının yapmadıkları yüzünden yapmışım gibi anlatıyorum onu da bilmiyorum. Nolursa olsun ortada bir doğru var. Yapmamalıyım. Kendimi yalnız hissetmek bile bahanesi olmamalı hiçbir şeyin. Sevilmemek,ilgilenilmemek, benim yeni arkadaşlar edinmemi açıklayamaz evet. 
Ama öyle bir mizaçla yaratılmışız ki, dışardan bir gücün bize sürekli bu doğru bu yanlış diye göstermesi gerekiyor sanki. Aslında bu benim için hiç böyle olmamıştı bugüne kadar. Kimse söylemese bile sırf vicdan azabı çekmemek için bir şekilde durdurmuştum kendimi. Şimdi nasıl bu hale geldim bilmiyorum. 

Hala mutsuz hissediyorum.  Yaptığım yanlış çünkü. Ama içimde kötü bir niyet yoktu benim.
Bugün hocalardan biri mail attı, derslerden birinden kaldım.
Kötü kötüyü çekiyor sanırım. Evrene o kötü sinyali göndermeyeceksin. Yoksa böyle her şey üst üste gelir.
Günlerdir böyle kötü hissetmekten  bıktım. Bitmesi de çözüm değil demek ki. Hala üzülüyorum. Hala üzüyorum. Belki geçer zamanla. Hatta üzmüyorumdur belki,geçmiştir..
İçim yine bir tuhaf.
Tek sorunumun ertesi gün ne giymek olduğu zamanları özledim.
Mutlu olmayı ,ama en çok da özgür olduğum zamanları, özgür olduğumda da kendimi kaybetmeyecek kadar aklı başında hissetmeyi özledim. Bu bana özsaygı kazandırıyodu. Özgür olsam yanlış biri olcam demek ki diye ben bile kendime inancımı kaybettim. Kim bana niye inansın şimdi ben kendime inanmazken.
Birinin  bana bu doğru bu yanlış diye göstermesine ihtiyaç duymamın açıklaması bu sanırım. Belki bu da kendimi haklı çıkarma çabalarımdan biridir sadece.

Bugünlerde bencil davrandığımı hissediyorum. Dünya; ben,aşk hayatım ve başarısızlıklarımdan ibaret değil biliyorum.
Sadece azıcık yalnız kalmaya ihtiyacım var. İlgilenemediğim arkadaşlarım benden soğurlarsa diye de çok korkuyorum bir yandan da :( Ya onlar da beni tamamen yalnız bırakırsa.Yalnız kalınca saçmalamak istemiyorum. Elifim burdan sana sesleniyorum anlasana. En çok beni sev :(
Kendimi tekrar sevebileceğim günleri istiyorum. Bu da çok ince bir çizgi bu arada. Kendini beğenmiş olmak ve  kendinin farkında olmak.
Kendini sevmiş olmak için seven insan iticiliği.. Neyin var da neyini seviyosun derler insana..

Neyse..Yalnız kalmaya devam edeyim ben o zaman.
Bu şarkıyı dinlerken anlatamadığın bişiler hissediyorsan içinde, taa derinlerde bir yerlerde
 sen = ben demektir.
 http://www.youtube.com/watch?v=gKvxLP7TMLI


14 Haziran 2013 Cuma

yirmiyim dedi ama ruhum bin yaşında.

Bir mesaja bir kaç kelimeye sığabilecek kadar basit her şey..ifade edilemeyecek kadar yoğun hislere getirilen bu sığ yorum her şeyin sonu,aslında her şeyin başı.
Yıpranmışlıklar, bunalmalar,özgürlük arayışı bir sonun göstergesi sanırım.Çünkü, en baştan beri ortada olan gerçeği kabullenmemek için bir direniş bizimki.
yaşadıklarımı,iç dünyamda yaşadıklarımı birine anlatmak,elini sobaya değince acı hissetmeyen birine, sobada yanan elin acısını anlatmak kadar zor...Ama ben yine de anlatıyorum.
Çünkü zor olsa da  imkansız değil. Zaten bir şeylerin değişeceğine inanmak, her seferinde tüm benliğinle bunu istemek,inanmak için kendini zorlamak aşkın tanımı bence.
Beklentiler..Hayatımı mahveden saçma beklentilerim..halbuki o haklı, niye yapsın. unutmuş olamaz mı. niye bekliyorum ki.
Yanımda olduğuna inanmak,her hareketini anlamlandırmaya çalışmak ve sonrasında yaşanmışlıkların, yaşanmamışlıkların hayal kırıklığı..
Belki de herkes haklı. O küçümsediğim,asla anlayamayacağımı söylediğim insanlar haklı..Hep bir mesafe olmalı gerçekten..Davranışlarını,olumlu olumsuz tüm hislerinin yoğunluğunu azaltacak bir güç oluşturmalı insan içinde.
Dolu dizgin yaşayıp aynı hazzı almam belki, ama eminim bu kadar mutsuz ve çaresiz hissetmem o zaman. Ego peşinden koşan, hayata dair tüm ilişkilerini strateji üzerine kurmuş insanlar şu an mutlular. Ezik ezik duygularına teslim olmuyorlar. Bastırıyorlar çünkü. Temkinli yaklaşıyorlar daima.
Ama asıl ezik onlar. Çünkü, eğer kendini bırakmazsan,yani içindeki o gerçek seni çıkarıp tüm korkularından,yalnızlıklarından,egolarından sıyrılıp yaşamazsan hayatı, hiçbir zaman hayatın tadını tam olarak alamazsın.çok üzülmezsn belki yaşananlara ama asla çok mutlu olamazsın.
Büyüdüm de aşka dair konuşuyorum. aslında sadece aşk değil bahsettiğim tüm ilişki türleri.
her neyse. dün bir kargo aldım eski yakın arkadaşımdan.. ve çok etkilendim.
gereksiz anlamlar yüklemiyorum sanırım insanlara. haklıyım işte o hala benim tanıdığım sevdiğim inandığım çocuk. tekrar böyle hissetmek çok iyi geldi. Alakasız bir geçiş oldu ama aslında bi yerden bağladım konuyu buraya. ya da olsun zaten benim blogum benim kararım!
Hadi gidiyorum.
günün şarkısı :http://www.youtube.com/watch?v=r5B4KS7GP9A


13 Haziran 2013 Perşembe

Bir arkadaşım vardı..demişti ki :   "sürekli hayatından şikayet ediyorsun, peki değiştirmek için ne yaptın ? Gerçekten istiyor musun değişmesini, eğer gerçekten isteseydin değiştirirdin. isteklerini yapardın maddi manevi hiçbir engele meydan vermeden"
Elbette birebir bu cümleler değildi. hafızam o kadar da iyi değil :) ama işte özeti buydu ve ben o zaman şiddetle karşı çıkmıştım. çünkü gerçekten istiyordum özgür olabilmek. çünkü benim özgür olduğumdaki hayallerim öylesine masum ve tatlıydı ki. Neyse, bu hayalleri başka bir zaman uzun uzun anlatıcam.
İşte son zamanlarda, geçmişteki o konuşmayı düşünüp durdum. Haklıydı..Demek ki ben bu küçük dünyamda mutluydum ve gerçekten istediğim şey özgürlük değildi.. Özgürlük..Üzerine milyonlarca yazı yazılan, tartışmalar çıkan kavram.  Bir de "senin özgürlüğün benim özgürlüğümün başladığı yerde biter!" klişesi.
o yer neresi sahi. Bilen var mı ?
İnsanlar görüyorum mutlu.. İstediklerini bir şekilde yapan. peki ben ne yapıyorum ? Bahanelerin arkasına sığınıp hayallerimi,hayatımı öteliyorum bilinmeyen bir zamana..Yoksayıyorum isteklerimi..ben kendimi bu kadar yoksayerken bir başkasından ne bekleyebilirim ki..Beklerim beklemesine de sonuç alabilir miyim ?
Elbette hayır.. Alamıyorum zaten..
Bi uzak hissediyorum herkese. Herkes de bana bi uzak zaten.
Son olarak benim de büyük büyük cümlelerim olsun ve şunu unutmayın : sahiplenilmezsenz ,ait hissedemezsiniz. sahiplenilmek demeyelm de benimsenmek diyelim ona..ya da demeyelim bu konuya dair hiç konuşmayalm.
22 yıldır hiçbir duygu hissetmedm ve hepsi bir anda yüklendi sanki. taşıyamıyorum. iyi hissetmiyorum. sayfalarca sayfalarca yazmak arınmak istiyorum tüm bu hastalıklı düşüncelerden..ama şimdilik yeter.
günün şarkısı : coverının orjinalinden daha iyi olduğu,içime işleyen bir şarkı http://www.youtube.com/watch?v=DbpLqYpIVmk

12 Haziran 2013 Çarşamba

bu ilk yazım değil. son da olmayacak. niye bilmiyorum sadece yazdığımda rahatlıyorum. sonradan okuduğumda saçmalamışm diye düşünsem de, seviyorum duygularımın yoğunluğunu tekrar hissetmeyi..
geçen gün en sevdiğim defterlerimden birini attım. kızılaydaki burger king tuvaletine öylece bıraktım. attığım benim hislerim değildi sanki. bir başkasının hislerini fırlatır gibi umarsızca attım onu. yırtmadım bile. birinin o saçma çöpten defterimi çıkarma ihtimalini düşük buldum sanırım. hem biri okusa nolur ki.
kendimle çelişiyorum. madem seviyordum o yoğunluğu hissetmeyi;neyi, ne zaman hangi hisle yazdığımı hatırlamayı...o halde neden attım yazılarımı ? çükü hatırlamak istemiyorum bu aralar hiçbir şeyi. hatırlayıp kendimi suçlamak, ya da ben bunu hak etmedm kabullenememesi yaşamak istemiyorum bu kez.
çünkü hayatımın en değişik dönemindeyim. en karmaşık hislerindeyim. kararsızlık dünyanın en berbat ikinci  hissi. ilkini belki birgün yazarım. ne olduğuna karar verebilirsem tabi :)
çok güçsüz hissediyorum.çok bencil hissediyorum.zaten annesiyle babası ayrılan her insan biraz bencildir ha ? yalnız yaşamayı öğrenir çünkü. yeri geldiğinde hayatta onu en çok seven iki insanın,annesiyle babasının kendi yaşamları,kendi mutlulukları için önceliklerini değiştirebildiğini öğrenmiştir çünkü. doğru olan da bu tabi kızmıyorum. bir başkasının mutluluğu için kendini yok saymak dünyanın en sağlıksız davranışı olsa gerek. her neyse, bencilin teki olduğumu düşünüyorum kısaca. ama bencil olsam mutlu olurdum. neden mutsuzum ?
en kötü huyum bencilliğim :(
ergen gibi davranıyorum.. içimde yaşadağım dünyada hep çok yalnızım çünkü. ve artık gerçekten bunalmış hissediyorum. eğer mezun olacak kadar büyüdüysem, neden hayatıma yön verme hakkım elimde değil ? neden istediğim zamanda istediğim yerde olamıyorum hı ? yok  eğer hala ailenin minik kız çocuğuysam neden mezun oluyorum..bu  bir paradoks. belki de değildir. bir sonucu vardır ya da bir başlangıcı. sadece ben göremiyorumdur.
konumuz bu değildi. bir konumuz var mıydı onu da bilmiyorum gerçi. biraz müzik dinleyip yatıcam. iyi çocuklar müziksiz uyumazlar. bugünkü şarkı önerim : ruhuma dokunan her seferinde aynı huzurla dinledğim bir şarkı.
http://www.youtube.com/watch?v=X1DRDcGlSsE