18 Aralık 2017 Pazartesi

Müzeyyen

Müzeyyeni çok severdi. Her anını fotoğraflamak ister, sarılmalara doyamazdı. Onu yakından tanıyan herkes müzeyyenin onun için bir tutku olduğunu bilirdi. Sadece müzeyyen de değil, tüm kedileri çok sever hayvanların savunulmaya muhtaç kimseler olduklarına inanır, onların dünyasını biz kötü kalpli insanların mahvettiğini düşünürdü. Hemen her konuda olduğu gibi, bu konuda da çok haklıydı şüphesiz..
Birgün , müzeyyeni en sevdiğine emanet etti. Hayatta özüyle sözüyle güvenebildiği tek kişiye bırakmayacaktı da kime bırakacaktı zaten.. ben dedi, müzeyyeni çok seviyorum ve ona iyi bakacağından şüphem yok, ben senden razı oldum bugüne kadar, şimdi sen de müzeyyenimi razı et dedi.
Hay hay dedim.
Müzeyyeni aldım, çok sevdim. O üşümesin diye kombiyi son ayara getirdim. Canımın canı , bana sevdiğini emanet etmişti. Bana güvenmişti. Daha nolabilirdi ki hayatta. Bir insan daha nasıl onurlandırlıabilirdi ki..
Güvenilir olma hissi, tüm hisler arasında en çok tatmin edeni olabilirdi.
Müzeyyen bana, ben ona o kadar alışmıştık ki, ikimizden başkası olmasa da olurdu. Ben ona, yokluğunu hiç hissettirmemeye çalıştım. Ona her baktğmda, bakmazken bile hep onu hatırladm.. hemen her an ona haber verdim müzeyyen iyi merak etme diye.. iyice rahatlamış geliyordu sesi uzaklardan. Gerçekten müzeyyene bakabilceğime tam olarak emin olduğunu hissetmeye başlamıştım..
Birgün eve geldim, müzeyyen yoktu.. her yeri aradım. Yoktu , gitmişti. Nedeni fark etmekte gecikmedim. Balkon kapısını açık unutmuştum evden çıkarken. Bilerek ve isteyerek yapmadığımı söylemeye bile cesaret edemedim. Bilecektim. Bilmeliydim.
Ben hiçbir şeyin kıymetini bilemedim. Bana emanet edilen hiçbir şeye sahip çıkamadım. Canımın cananının güvenini yıktım. Onu müzeyyenden ettim. Şimdi müzeyyenin pamukllar içindeki mutlu fotoğraflarını ona göstersem ne değişirdi ki. Ne önemi vardı ki, ona nasl güzel musmele yaptığımın.. tek bir yanlış tüm doğruları silmişti. Silmeliydi.
Bir daha onu hiç arayamadım...
 Bir daha beni hiç aramadı.
Müzeyyen dönüp gelse bile, onun kimsesiz geçirdiği bir dakikayı unutamayacağını söyledi. Kalbine oturan yumru hissini ömür boyu unutmadı. Bir daha kimseyi bu kadar sevmedi, kimseye sümüklü mendilini emanet edecek kadar güvenmedi.
Ve ben,
Herkes için bütünüyle hayal kırıklığı olan ben..
Bir daha kimsenin emanetini kabul etmedim.
Ben bana emanet verilen bu canın kıymetini bilemedim.
Ben kendimin, tüm sevgimin katili oldum.
Ben çok sevsem ne fayda..
ben yaşasam ne mânâ..


20 Kasım 2017 Pazartesi

Rahatsız Vals

Sigarasından bir nefes çekti, yutkundu. Günlerdir, kahve ve sigara dışında tek bir şey bile tüketmemişti. Susadığını fark etti. İçtiğinde kusacağını bildiği halde, kana kana içti suyu bardağa ihtiyaç duymadan. İstekleriyle arasına giren aracıları sevmediğinden olacak, şişeden içerdi içeceklerni. Ana kaynaktan..
İşte şimdi, midesi tam olarak bulanmıştı.
Yine de , keşke içmeseydimi geçirmedi aklından.. Bir an bile..
Ona zarar vereeceğini bilse de, canının istediğini yapmak konusunda keskin bir duruşu vardı. Bundandı,  didaktik öğütler veren kimselerden hoşlanmayışı.. Sırf bundan..
Onlarla mı öğrenecekti , sabah aç karnına içilen sigaranın yaşattığı baş dönmesini.. Uykusuz kaldığında bitkin düşeceğini söylemeseler, eksi bilmem kaç derecede giydiği incecik monta bakıp, a aa üşümüyor musun demeseler, en azından bir deneseler,sahiden hissetmeyecek miydi tüm hücreleriyle?
Herkes çok biliyordu.
Eleştirmenin cüretkarlığını, bilginin ukalağıyla pekiştrmenin adını özgüven koymuşlar, pek tabii yine yanlış anlamışlardı bir şeyleri.
Bu kimselerden olmama arzusu onu sessizleştiriyor, kendi sesini duymadan geçirdiği günler oluyordu.
O hiç bilmek istemedi..
Doğanın ters çekim yasasından olacak, hep çok bilmekle sınandı narin ruhu..
Sustukça o, sıra hiç ona gelmedi..
Anlatsam romaan olurcular sardı dört bir yanını, anlattılar; roman olmadı..
Anlattılar, sır doldu  üstü başı.
Gizliliğin dayanılmaz ağırlığında ezilirken her geçen gün, kimseye bu yükü yaşatmayacağına yemin etti.
Kendi yaşaıdğı hisleri kimse yaşamasın ister, küçük sözler verirdi içinde..Ait olmadığı güruhlarca, neden ait olmadığına dair aldığı eleştiriler, eleştiri kavramını yeniden tanımlamasını sağlamış,hem artık kimseleri eleştirmez olmuştu..
Bilememe özgürlüğünün elinden alınmış olması midesini bulandırdı yeniden.
Kustu bu kez, içindeki tüm sözcükleri.
Hayvanhaklarını savunurken, onlara yapılabilcek en kötü şeydem, evcilleştirmenin özgürsüzlüğünden bihaber olan arkadaşını aradı. Sinyal sesinden sonra, mesajını bıraktığında biraz daha rahatlamıştı.
Özgürlüğü kısıtlamanın, doğruyu kendisine göre koşulsuzca oluşturmanın adının duyarlılık konulmasından çok, tam da şu an, dünyanın bir yerlerinde son parasını mahalledeki kedilere süt temin etmek için harcayan insanların harcanmasından rahatsızlık duydu. Hangisi daha samimiyi düşünmedi bile. Cevabı içindeydi.
Daha gösterişsiz, daha yalın , çokça samimi davranışlardan hoşlanırdı.
Samimiyet insanın içinde varsa şayet, herkese hatta her şeye yansırdı. Anlatmaya, dinlemeye, üretmeye , en çok da sevmeye..
Anlatıklarına kendilernin bile inanmadığını düşündüğü kimseleri dinlemek yerine, kendini sözcüksüzlüğün huzuruna bırakmalıydı..
https://youtu.be/VYCOg-yglNM

16 Kasım 2017 Perşembe

Her yanım tuz.

Varoluşun derinliğine kafa yormaya başladığından beri saçları dökülmeye başlamıştı. Her şeyi sebep- sonuç ilişkisiyle irdeleme arzusu yokken içinde, daha mutlu olduğunu kabul ediyordu. Ancak, neden sorusuna bulduğu her mantıklı cevaptan sonra, o şey hakkında daha istekli ilerlediği de  bir gerçekti. İnandığı her şeyi delice sever, sonsuz bir aidiyetle ruhunu teslim edebilirdi onlara. Yeter ki inansındı. Kendi yapamıyor bile olsa, doğruların arkasında durması bundandı. Hoş her yerde , özgürce söyleyemezdi doğruları. Madem çok biliyorsun, neden yapmıyorsun diye eleştirilmekten fazlasıyla korkar, hiç varolmayan cümlelere bırakırdı inançlarını.
Çok çabuk küserdi insanlara, ve hemen her çok çabuk küsen insan gibi, bir gülüşle, bir bakışla ısınırdı kalbi. Anın büyüsünden olacak, veya duygu dünyasının mantıkla uzak oluşundan, hiç sorgulamazdı o zamanlar neden nasıl niçin  diye.. Yalnız kaldığındaysa,  yosun tutmuş kırgınlıklarının sebebini düşünür, bir mahkeme kurar, haklı ve haksız arar ve pek tabi geceyi sabah ederdi. Eğer haksız bulduysa kendini, hemen telafı etmenin yollarını düşünür, sessiz özürler sıkıştırırdı coşkulu sürprizlerine.. Haklı olduğunu düşündüğü zamanlarda da buna benzer davrandığı olmuştu gerçi. Bazen haklı haksız aranmadan , varolanın muazzamlığı korunmalıydı çünkü.  
Garip bir insandı. Karşılık beklemeden attığı adımlara istediği tepkileri almayınca sinirlenir, karşılık verildiğindeyse mahcup olurdu. Sonuçta teşekkür edilsin diye yapmıyordu ki.. Kendilerine teşekkür edilmesinden hoşlanan ruhlar, kendilerini çok seven kimselere aitti ve onun kendisini pek de sevdiği söylenmezdi. Her yerde kendini seviyor gibi gözükse de, attığı her adımı karşısındaki ne hissedere göre atması bunu yalanlar nitelikteydi. Hiç istemediği anlarda, sırf karşısındaki istiyor diye bulunduğu ortamlar, yediği yemekler, gittiği düğünler ve dahası.. Kendisini çok sevdiği için mi yapmıştı bunları sahi? 
27 sene 3 ay boyunca, mutlu ederek mutlu olma felsefisinden bir an bile vazgeçmedi..Bazı zamanlar bencil olmayı diledi, hani şu günümüz kişisel gelişim öğretileri gibi, önce kendi bireyliğini gözetebilmeyi.. Beceremedi. 
Yosun  tutmuş nedenleri düşünmeden açık denizlere doğru ilerlemeliydi belki.. Sonsuzluğa bırakmalıydı kendini.

3 Mayıs 2017 Çarşamba

Atılır mıyız oyundan, benzemezsek onlara?

Bir oyun düşün..Süre sınırı olan..Yasadigin veyahut iliklerinde hissettigin her aci, bosa gecen saniyeleri isaret ederken, oyunu bastan oynama şansın olsa, neyi yapmaman gerektigini öğretir sana.. Çünkü hep dediğin gibi, neyi yanlış yaptığını bilmek, henüz dogruyu bilmesen de, seni bir adim daha yaklastirir basari cizgisine.. Üzülme demek değildir bunun anlamı. Bu oyunda varsan şayet, ruhun galibiyetler kadar maglubiyetleri de tatmali. Mesele ayni maglubiyeti yasamaman.
Hep farkli olduguna inandin bu oyunda. Herkesin dustugu genel yanlislar yerine kendine ozel yanlislar buldun.. Yanlista bile en olmaliydin cunku. Siradanligini fark etmemendi herkesi ayni gorusunun sebebi.  Herkes ayni miydi sahiden? Belki..Sen herkes miydin? Seni herkes olmaktan cikaran, özünü, değerlerini kaybettiginde sen de siradan degil miydin yani.. Siradanliginin farkindaligi mutsuzluga surukledi ruhunu...Ama ben sadece diye basladigin her farkli cumleni, tek bir kaliba sokup sessizlistirdiklerinde seni, cumlelerinin yeni bir tanimi kalmadiginda kaniksadin herkesligini...Genellemelerden nefret eden sen, artik en genel insan taniminin, herkesin icindeydin iste. Asla bir olayin bas kahramani olamayacagini fark ettiginde en genel olgunun, en kolay degisebilen ögesiydin..Hickira hickira agladin da degistiremedin insanlardaki seni, bazen tamam nasil istersene sigdirdigin gozyaslarinla lutfen beni iste dedin de duyuramadin sesini. Kaybediyordun oyunu. Zaman doluyordu. Evet teknik olarak kaybeden olsan da,  cok iyi oynadi ama olmadiyi dedirtebilmek istedin. Belki o zaman, yani gunun birinde, kazanabilirsin diye. . Sana sonucla degil de, surecle ilgilenmeyi ilkokul öğretmenin öğretmisti. Hani su yanlis sonuca ulassan bile, islem hatasidir gidis yolun dogru diyip puan veren öğretmenin.. Ama o senin ve cok azlarinin ogretmeniydi. Iste bu yuzden sen, sonu yanlis oldu diye bu oyunu kaybettin. Kabullen artik ve cekil bu dunyadan.. Sira baskalarinda..
Dinleyiniz :
https://youtu.be/u1ZoHfJZACA

1 Mayıs 2017 Pazartesi

Knock knock knock on heavens door...

Onemli olan mesafenin uzunlugu degil, onu katettigin süredir. Her gün hemen hemen yirmi dakikada yürüdüğü yolu, bir saatte yürüdüğünde fark ettiği bu gerçekle günü akşama döndürmüştü. Hoş günün dönesi vardi zaten. Şüphesiz o kimdi ki döndürebilsindi. Yol ayni yoldu, ama yürüdükçe bitmiyordu bu kez. Elbet bitecekti, hayatta sonsuz hicbir sey yoktu çünkü. Sadece bilinmezler vardi kimi zaman mutsuz eden, kimi zaman nötrlestiren. Yaşam spektrumunda son neresi bilmiyordu herkes gibi, sadece an vardi. Zaman zaman bin asirmis gibi geçen, bazen de -ki burdaki bazen kavrami bir elin parmagini geçmeyecek azliktaydi,  beş dakika gibi geçen anlar...Peki nasil oluyordu ayni zaman diliminin yasattigi hislerin bu denli farklı oluşu?  Her şey bütünüyle aynı gözükürken, bakis açısının değişkenliği üzerine tez yazmadan ölmek istemediği doğruydu..İnsanlığa bir armağan bırakarak, birbirlerini anlamanın dayanılmaz hazzını hissettirmelerini sağlayarak gitmek istiyordu sonsuzluğa.. Bunun namumkun olduğunu kavradigindan beri , e bekleyecek bir seyi de olmadığına göre, hemen ölmek istiyordu. Kimbilir canim Heraklitos da ayni şeyleri düşünüp soylemisti belki, "ayni nehirde iki kez yikanilmaz; ya sen degisirsin ya nehrin suyu" diye. Çünkü; içinde insan faktörü olan hicbir meselede genel-geçer bir doğrudan, bir mutlakliktan söz etmek mümkün degildi. Saniyeler icinde degisen ruh halleri yadsinamaz bir gercekken,  nasil guvenebilsindi ki kendini yineleyen sonsuz bir mutlakliğa..Guvenmedi.. evet pek cok kez denedi. Madem ruh halleri degisiyordu, o da her bir ruh haline gore icinde yeni bir kadin var etmeyi denedi. O zamanlar farkinda bile değildi her bir ihtimale karşı dışında bir kadın var ederken, icindeki dünyada tek bir kimse oldugunun..Gerçi bunu kesfetmesi icin biraz zaman lazimdi. Kucuktu cunku..Biraz da yalan.. Safti cunku..Eksilmesine neden olan, ve ayni acimasizlikla olmasa da eksilttigi bir kaç da yaşam lazimdi pek tabii... olsun, denemisti ya mesele buydu. Acaba hangisi gercek benimi sorgularken, onu gerçek haliyle seven kimse olmadığının farkındalığıyla ulaştı içindeki gerçek kendine.. Sev(e)medi onu.. Sonra sesler duydu, sen kendini sevmezsen kimse seni sevmez diyen.. Aman ne cok biliyordu herkes.. Umudunu kaybetmeden hep bekledi yaninda salt kendi gibi hissedebilecegi bir şeyi; bir nesneyi mesela şehri vehayut kimseyi. O "sey" hiç gelmedi..Karış karış gezdi dünyayi da bulamadı aradığını.. Buldu sandi, peşinden gitti. Ama ait olabilmek icin, o seyin de sahip hissetmesi gerekirmis bunu bilemedi.. Cok sonralari bir kapiya ilisti gözü.. Icinden gitmek veya kalmak gelmedi..Yasitlarinin icinden gitmek, biraz buyuklerinin icindense kapidan geleni beklemek gelirdi. Oysa o, sadece kapi olabilirdi bu medcezir olayinda. Geleni ve gideni ayni hissizlikle karsilayan,umarsiz...Pek çoklarının farkında bile olmadiği,zirh gibi guclu , kucucuk bir delikle acilabilecek hassasliktaki bir kapi..Cünkü icindeki kendin olmak, filmlerin aksine, seni gelen veya giden başrol yapmaz. Gercek hayatta bir kapisindir sen sayet salt kendinsen.  Tut kolumdan, yok yok git yolumdan diye cikarttigin gicirtilarla yolundan cekilenleri izledigin, kimsenin kolundan tutmaya tenezzul etmedigi bir kapi. Sadece bir kapi..
Dinleyiniz :
https://youtu.be/4zLfCnGVeL4