4 Nisan 2014 Cuma

Uçurum

Hayat uçurumun kenarında başlar..Düştüğünde seni şefkatli kollarıyla sarıp sarmalayacakmış gibi yumuşak, uçsuz bucaksız naif maviliği izlerken, belleğinde doğumundan o ana kadar olan bir sürrü minik hatıra vardır o an; oracıkta; kendinle başbaşayken..
Bir yüzleşme öyküsüdür bu. Sen yoksaysan da, varlığını değiştiremeyeceğin gerçeklerle, kendinle yüzleşme vaktidir..Derken saatler geçer ve ay , kimine göre romantik, kimine göre tarifsiz şefkatiyle ışığını dünyanın dört bir yanına yansıtırken, naif bulutlar simsiyah bir gökyüzüne doğru yolculuğa çıkarlar. Sanki hiç varolmamışcasına ;belleğindeki tüm anıları da yanlarına alıp giderler sonsuza. Hiçliğe..
Geçmiş ve gelecek spektrumunda iki yöne doğru giderken , duygularının limitini belirleyebilecek tek kişi sensindir oysaki; bir bulut kümesi değil..Üst limiti mutluluğun nirvanasıdır. O mutluluk ki ; yalnız başına gelmez..
Misafir dolu bir salona kapının ardından gizlice bakan bir çocuk heyecanını getirir bazen beraberinde. Ailenin bu kadar güleryüzlü olduğu bir anı kaçırmamak için ayrılmazsın o kapıdan. Uzun uzun izlersin onları..Sevmek için seni yanlarına çağıran teyzelerden/amcalardan utanarak kaçar, bir sonraki izleme noktana gelişinde daha da gizlenirsin. Veya gizlendiğin yanılgısına kapılırsın..
Başucu kitabını alıp sayfalarını çevirdiğindeki mis kokuyla gelir bazen mutluluk..Sanki sadece senin için kokuyordur böylesine güzel..
Bazen, başarının kardeşi olan özgururu getirir..Gerçek başarı nedir bilmeden, toplumca başarı ölçütü olan sınavlardan birini kazandığında gurur duyarsın kendinle.
Ve daha birçok bazenle mutluluğu tadarsın..Sıra gelir alt limite..
Alt limiti; dibe vurduğun , kendini en kötüsüne hazırladığın olaylar silsilesidir ki duygu kontrolü bu denli mümkün müdür bilinmez.
Varoluşun temeli umutsa eğer, gerçekten kendini en kötüsüne hazırlayabilir mi insan ?
Eğer hazırlayabilecek olgunluğa erişmişsen, aslında bu denli umutsuzluğa düşmüşsen, anılarla dolu bir yığın taşı ceplerine doldurup maviliğe yürüyorsun demektir. Ve üzgünüm ; uçurum evresini yaygın sonla tamamlamaktan öteye gidememiş, hissizce göçmüşsündür başka bir boyuta..
Uzak çok uzak bir iklimde ;bedenin daha önce tanımlanmamış bir bitki örtüsüyle sarılıyken ; hataların gelir yanına. Hiçbir şey hatta su bile arındıramaz seni onlardan..
Sonra, doğruların gelir bulur seni..Ve hiçbir şey,  hatta su bile yutamaz onları...Hangisinin ağır basacağına ise yaşamın yön verir. Senin, sadece senin seçimlerin..
Fakat son; sen kadar özel değil aksine geneldir. Hatta mutlaktır.
Ölümün o her şeyi içine alan soğuk yüzü; herkes için tek bir söz öbeği bırakır geriye : "İyi bilirdik"
Ve işte bunu diyebilmektir mesele.Yaş,dil,din,ırk ayrımı yapmaksızın ölümü tekleştirebilmektir..
Bitmek bilmez bir hoşgörüyle sevebilmektir asıl mesele..
Başucunda sadece kitap biriktirip, his birikiminden kaçınmak, anı yaşamaktır.
Çünkü, olası bir olumsuzluğa karşı biriktirdiğin sabır tükendiğine uçurumun kenarındasındır. Ve işte o an tek bir soru vardır kendine soracağın..
Nuri Alço filmlerinde izlediğinden daha derin bir mana barındıran o müthiş soruyu  nihayet sorarsın kendine :
"Ben nerdeyim?"
Bu soruyu cevaplayabiliyorsan eğer ; hayatına yön verecek o iki hamleden birisini -bir adım öteye gitmek ve olduğun yerde kalmak arasındaki tercihi- yapmışsın demektir. Çünkü ; bir başlangıç yapmak için nerde olduğunu bilmek şarttır. Bir adım sonra düşecekmiş kadar özenli ; hiç düşmeycekmiş gibi korkusuz yaşarsan eğer, nerede olduğunun bilincine ulaşmayı başarabildiysen, bulutları da hiçlik yolculuklarından alıkoyabilmişsindir demektir. Artık naif mavilik şefkatli kollarını açmış seni bekliyordur; üstelik bu kez ceplerinde taşlar olmadan.. Tüm yalınlığınla..
Yokluğun bu son kesitinde, yeniden varoluşunun ise tertemiz başlangıcında kimileri için sıradan, kimileri için telefon zil sesi olmaktan öteye gidememiş bir beste çalar kulaklarında..Gelişiminin en yeni, en özel, en güzel şarkısıdır artık bu..
Sen rüyaların maviliğine doğru giderken o tüm muazzamlığıyla geceye yansır..
http://www.izlesene.com/video/moonlight-sonata/5105387#

26 Mart 2014 Çarşamba

parabol

Kabullenemeyişlerle başlar hayat..
Yaşanılan kötü şeyleri birileriyle paylaşıp gerçeğe dönüştürmek herkes için aynı zaman diliimini ifade etmeyebilir.Kimileri dost omzunda bulur teselliyi, kimileri içselleştirip gücünü yine kendinden, varoluşundan alır.
Sonuç mu ?
Sonuç her zaman tektir. Her x=y denklemi için belleğinde önceden yer etmiş bir şablon vardır çünkü. Ve sen yaşadığın olayı ; doğru şablonla adlandırırsın. Bir yargıya ulaşırsın. Ulaşmalısındır da..
Keskin yargıların yoksa şayet ; hep flu; ortada kalmış, hepdüşüncesiz(!) olmaya mahkum edilirsin. Düşüncesiz olmakla yargısız olmayı birbirine karıştıran bireylere düşünce karmaşasının içinden tek bir cümle çekemediğini, çeksen bile empati yoksunu zihinlerde uyandıracağı görüntüyü düşündükçe tiksindiğini anlat(a)maz ve  onların adlandırması ile düşüncesiz olmayı tercih edersin. Zaten kendi sahnen, kendi cümlelerin ve kendi karmaşan varsa, başka karmaşalara da gerek duymazsın. Yargılar oluşturursun zihninde, genel-geçer, her seviyede ve her düşüncede insanın kafasında aynı temayı oluşturan yargılar...Çünkü tümevarım değil tümdengelimdir sana inandırılan ve aslında olaylar değildir olguları oluşturan..
Olgu tektir ; olaylar onu somutlaştırmak için basit birer araçtır. Oysa bir olay ya da bir nesne değil de, söz konusu özne bir kişiyse tümdengelim en son gidilecek çözüm olmalıdır. Her bir davranışın özünü araştırıp bir yargıya varolmaktır aslolan. Ve bunun en kolay yöntemi şüphesiz sözcüklerdir. Agzından çıkan her sözcük, gerek isteyerek olsun, gerek spontane; senleşmiştir bir kere. veya sen kelimelerinleşirmişsindir.
Kelimeyi inkar ; özünü inkardır. Bu yüzdendir 'ben öyle söylemek istemedim' diye başlayan hiçbir cümleye inanmayışım...Öyle söylemek istemiştir aslında. Sen de öyle söylemek istemişsindir..Aslında sen de bilirsin ağzından çıkanların senleşmediklerini. Sen şekillendirmesen başka kalıplarda, yine başkaca şekillere bürüneceğini de bilirsin. İçselleştikçe kelimelerin keskinleşir sadece. Ve sen zamanla o keskinliği sahiplenirsin..
Bazen de ;hisler senin kelimeleştirebildiğin kadar değil, karşındakinin anlayabildiği kadardır.. Sen özenle seçsen de kelimelerini, süslesen de cümlelerini onun zihninde oluşan şeyle, senin anlatmak istediğin bambaşka şeyler olabilir. 
Tam burada devreye mimikler girer.
Gülerken gözlerin tek çizgi halini alıyorsa ; bu gözünün küçük oluşundan falan değil, içten gülüşündendir mesela..
Ağlarken ; nasıl gözüktüğünü bilmez bir halde, etrafında kimse yokmuşscasına ağlayabiliyorsan eğer, gözlerinden değil kalbinden süzülüyordur her bir damla..Taa derinlerden..
Ve işte orda kelimeler biter. Matematik biter..
Somutluktan soyutluğa geçişin öyküsüdür bu. 
Ve sen, her x=y denklemi için hayat grafiğinde bir yer bulmak zorunda olmadığını fark etmişsindir artık..
Formülü doğru yazmadan, sadece şıklardan giderek doğru sonuca ulaştığında da hayatın denklemlerden farksız olduğunu görürsün.
Senin yaptığın çözümü senleştirmektir sadece. 
Hayatın sayı doğrultusunda sen ve senin gidiş yolun vardır bir tek..
İşte o zaman fark edersin hayatın matematik konumunu..
Sonucun yanlış olmasına değil de formülü yanlış yazdığını fark edip ona odaklandığında ise vakit gece yarısını çoktan geçmiştir..
Zihnini yorgun, kalbini kırgın olarak "adlandırıp" , adlandıralamayacak kadar özel bir şarkıyı yeniden dinlerken, uyursun uyursun uyursun. Günün ilk ışıklarına dek..
http://www.youtube.com/watch?v=OxaXKJD9jso&feature=kp

2 Mart 2014 Pazar

Nesneleştirebildiklerimizden misiniz?

Kafandaki kalabalık ile şehrin yoruculuğunu karşılaştırdığından değil ama yine de sakin bir gidişata ihtiyacın olduğunu hissedersin bazen.
Daha önce hiç yağmamışcasına yağan yağmurun, sanki içindeki buhar kütlelerini ilk kez boşaltıyormuş gibi hoyrat bulutların arasında, kendine oturacak sakin bir yer ararsın. Kalabalıktaki her ses, her suret, her bakış zihnini daha da yorarken sakin bir bank ararsın. Derken gözüne bir tane ilişir. Hemen oturup, seyredalarsın geçip gidenleri. Kalabalığın tam ortasındaki gürültüde, kendi içindeki sessizlikteyken gözün banka ilişir.Banktaki yaşanmışlıklara..
Banka kazınan her bir isim, her bir çizik orda yaşanılanları hayal etmene yeter. Kimbilir kimler hangi yoğunlukla,kalplerinden taşan hissiyatlarını somutlaştırmış o banka diye geçirirsin içinden. Ve aniden içinde dolup taşan merhametle banka acıdığını fark edersin.Görkemli bir ağaç olduğu zamanları özleyip özlemediğini sormak istersin, kendi "görkemli geçmişini" özlerken..Senin de o duruluğu, o berraklığı özlediğini banka anlatırsın uzun uzun. hiç varolmayan tümcelerinle.
Gözlerinden süzülen yaşlar, yağmur damlalarıyla birleştiğinde ayrıştıramazsın hangisinin daha tuzlu olduğunu. Tuzun hüznün derecesiyle alakalı olduğunu bildiğinden midir ,gözyaşına değil yağmur damlalarına ait olduğuna inanmak istersin.
Yukarıya doğru bakıp, lacivertleşen gökyüzünü gördüğünde anlarsın dakikaların saatlerin oracıkta öylece geçtiğini..Soğuktan pembeleşen ellerin epeydir orda olduğunu işaret eder ve yine kendinden kaçamayışının hüznüyle irkilirsin.
Kimbilir kaç kez önünden geçip fark etmediğin o bank artık senindir, sen de onun.
Bir bank olma ihtimalini düşünürsün. Yaşanmışlıklara göğüs germiş,üstündeki tüm o izlerle bütünleşmiş ,böyle cesur bir bank.
Leş gibi şarap kokularına göğüs germiş..
Mis gibi bebeklere kucağını açmış..
Bir lise öğrencisinin son parasıyla aldığı simidin susamlarını taşımış..
Ucuz parfümleri banka sinen kadınlara ve aynı sözcükleri, varoluş amaçları olduğuna inandıkları hayvani duygularıyla ve tüm ruhsuzluklarıyla, bambaşka kadınlara söyleyen iğrenç adamlara maruz kalmış,
Ve tüm bu izlerle benliğinden hiçbir şey kaybetmemiş, davetkar bakışlarıyla daha da fazlasını kaldırabileceğini hissettiren cesur bir bank olma ihtimali seni heycanlandırmaya yeter..
Çok değil birkaç dakika sonra elindeki çizikleri gördüğünde, bir bank gibi soğuk ve güçlü olamayacağının farkındalığı ve hüznü sarmışken içini, heyecanın ve sen,  nesneler dünyasından çıkıverirsiniz..
Artık gitme vaktidir.Hızlı adımlarla uzaklaşma vakti.
http://www.youtube.com/watch?v=1X10Q5g3Wh4





15 Şubat 2014 Cumartesi

Keopsum keopssun keops

Sözcüklerle ifade edildiğinde anlamını yitirecek hisler vardır. Anlaşılması için bir ton çaba sarfedilen, ve sonra her geçen saniyeyle anlamını ve değerini yitiren hisler.
Anlamak bir mesele anlatmak bin.
Böyle nar taneleri gibi binbir güçlükle çıkarıp tek hamlede yediğin.Söylenmeyen her sözcük, o köşeye sıkışıp çıkaramadığın nar tanesi gibi değerli. Bu da çıkmayıversin kadar değersiz.
Peki ya sözcükler karşılıklı iletişimi sağlayan bir araçsa, ve sevgiye giden yol konuşmaksa, sevgi karşılıklı bir alışveriş olmuyor mu ? Hayır olmuyor, sanılanın aksine sevgi karşılıklı olan birşey değildir. Bazen sadece, birini nasıl bu kadar sevebildiğini anlamlandırmaya çalışırken, bazen birinin seni bu denli sevişini izlemektir. Belki son bellidir içinde. Belki sadece ortaya çıkması için zaman gereklidir biraz. Belki de, ortaya çıktığına inandığın son,son değildir. Belki hikayeler aynı, adamlar ve kadınlar farklıdır. Belki adamlar ve kadınlar aynı, hikayeler farklı. Asıl meseleyse hikayenin neresinde yer aldığını fark etmektir.
Sözcükler, bulundukları cümlelerin nüansını değiştiriyor diye düşünülse de karşı tarafta oluşturduğu etki hiç de öyle olmayabilir. Bir sözcüğe tek başına bir anlam yüklemekse, ona yapılabilecek en büyük haksızlıktır.  Bir sözcüğü , bir hissi veyahut bir olayı tek bir anlamda kavramak ve bu kavrayıştan emin olmak kadar büyük bir yanılgı daha var mıdır acaba hayatta ? Sözcüğün bütününü, cümlenin nüans, ima ve nüktelerini ,bir hissin genelini, bir insanın tüm yönlerini algılayamamak dışında.
Ve tüm bu gerçeklerin gerisinde kalanlar için ütopyalar güzel başlar. Başrol olduklarına inandıkları uzun cümleleri ,hikayeleri ve onlar..Onlar ve hiç değer vermedikleri yan roller. Yan rol olduklarını fark ettiklerindeyse, hikayeyi bir grilik kaplar. Kimlik karmaşasıyla çıkan saldırıda bir ölü bir yaralı vardır. Hayali başrol ölmüş,gerçekteki yan rolün egosuysa ağır yaralı bir şekilde hastaneye kaldırılmıştır.Böylece güzel başlayan bir ütopya da hüzünlü sonla,hayal kırıklıklarıyla yiter gider.Hikayeyi devam ettirmek için süslü cümlelere, eşsiz betimlemelere ihtiyaç vardır artık. Sayfalar dolusu sözcüğe..
Geriye okumak kalır sona geldiğinde başını anlamak umuduyla okumak..Nere baş nere son bilmeden okumak..
Piramitler gibi böyle. Sıfır teknolojiyle, taa geçmişten gelen o sırlarla dolu inşaanın sırrı bulduğunda başlangıç noktasına dönüp kıyametin kopacağına inanmak gibi. 
Ve nihayet içindeki kıyamet koptuğunda başlangıç noktasına ulaşmak gibi.. Aynı zamanda sona. 
Sırları çözmek için çıktığın yolun sonu, hayatının başıdır. Çünkü insan sadece ölüm ve doğumda masumdur. Son ve başta. Bu yüzdendir gelişme kısmına değer verilmeyişi. Etkili bir giriş geri kalan hakkında merak uyandırırken, etkili bir son, hayat kurtarır. Etkili biri son her şeydir. Geçmişe doğru yürür lehine lehine.
İşte bu yüzden, hayatınızla ilgili bir sırrı çözmek istiyorsanız, başlangıç noktasına gidin. Ama dikkat edin, sırrın çözüldüğü an, küçük kıyametinizin habercisi olabilir. 
Sözcüklerin somutlaştığı anın, hislerin sonu olduğu; müziğin başladığı anınsa, sözcüklerin sonu olduğu gibi..
http://www.youtube.com/watch?v=KedEnXVvqvw&feature=kp



27 Ocak 2014 Pazartesi

yağışsal analiz

Yağmurun ulaştığı her yere işleyebileceği zamanlar..
Yağmurun coşkusunu kaybetmeden, kirlenmeden, kirletmeden dokunabildiği ruhlar..
Yağmurun o toprakla buluştuğu müthiş kokuyu alabilenler ve delice yağmurda yürüyenler bir başına..
Suyun arındırıcı özelliğine yenik düşen kirli kaldırımlar.. Arınan kirli bedenler..Birbirinden tamamen farklı olan her bir damla bir diğerini umursamadan düşüyor gecenin sessizliğine en huzur verici ses olarak..
O en güzel arabalar damlaların sert inişine sessiz kalıyor. Minik bir kedicik ıslanıyor oracıkta. Ve sonraları bir hayat kadının o kediyi evine alışıyla tüm günahlarından arındığına dair bir kıssadan hisse oluşuyor.
Her şeyi arındırmak, içindeki tüm o kötü hislerden, yaşanmış onca çirkinlikten sıyırlmak böyle kolay, böyle temiz olmuyor tabi.
Arınmıyor hiçbir yaşanmışlık benliğinden. Benliğin öylesine kirli hatıralarla dolu ki. Sessizlik de çözüm olmuyor.İçindeki yapmur dinsin istiyorsun. Birbirine hiç benzemeyen, o kimsenin bilmediği, bilemeyeceği hisler yağmur damlalarını simgelerken..
Sonra bir rüzgar esiyor. Koşuyorsun ve yetişiyorsun.  Ürpertiyor içini. Titriyorsun..Etrafı bir grilik kaplıyor ki içini kasvet basıyor. Ben nerdeyim, sorusuyla cebbeleşiyorsun gri siste boğulurken.
Sabırsızlıkla güneşi bekliyorsun, parlamayı.
Tek bir hisle yoğrulmayı. Tek olmayı.
Bu his aşk oluyor.
Başlarda içinde kendinin bile yabancı olduğu güzellikler ortaya çıkıyor. Her bir zerren mutlulukla, iyilikle bezenmiş.
Sonraları, yine kendinin bile yabancı olduğu, bir başkasında şahit olmadığın o grilikle sarılıyor vücudun,kalbin,beynin..Artık kötülüğün vücut bulmuş hali oluyorsun kabullenmen zaman alsa da, yüzleşiyorsun içindeki damlacıkların farklılığını keşfettiğinde.
Olmak istediğin, olması gereken ve gerçekte olan bambaşka şeyler oluyor ve memnun olamıyorsun içindeki yeni senle tanıştığın için..
Kalbin karı bekliyor dolu dizgin. Yağmurun saydamlığındansa, karın o bembeyazlığında kaybolmak, kimse dokunmadığı, kimse üzerinde yürümediği sürece tek bir bütün olmak istiyorsun. Beklenen soğuk hava kütlesi balkanlardan gelmiyor bu kez. Lazım olduğunda hiç gelmedi zaten.
Kar tanelerinin de birbirinden farklı oluşu bir mucizeyi gösteriyor ve sen içinde bir yerlerde, bitmek bilmeyen bir inançla o mucizeyi bekliyorsun. Beklediğin öyle bir mucize ki, sen hiç adım atmadan, hiçbir şey yapmadan kendiliğinden gelsin istiyorsun.
Derken karşına dolu çıkıyor. Hayatının her alanına olağan bir şiddetle yağıyor yağıyor yağıyor..
Hayatının yoluna girmesi için bir mucize beklemenin aptallık olduğunu fark edene dek yağışı izliyorsun.
Sonra sert bir yağışla irkiliyorsun.
İçinde biriktirdiklerinin nasıl böyle kötü sonuçlar doğurabileceğini görüyorsun.
Polifonik korolardaki gibi, içinde çok sesli bir orkestra var ve sen benliğinin o orkestrayı yönetmesini istiyorsun. İyi de yönetebilmek için önce seslerin nereden geldiğine kulak vermen gerekmez mi ?
Sesler bizi her zaman doğru yere götürür, sonuç istediğimiz gibi olmasa da seslere kulak veriyorsan doğru yerdesindir nokta.
Seslere kulak verenlerden olmamız dileğiyle : http://www.youtube.com/watch?v=xXfZNlfAjqs

15 Ocak 2014 Çarşamba

Niteliksiz bir yazı.

Her şey ani değişimlere tahammül edemeyişle başlıyor. Aslında bunun farkına varmakla..
Hayır her şey yolunda giderken, birden sırf bir başkası istiyor diye düzeninin tamamen bozulması kadar saçma ne olabilir hayatta ?
Bencil insanlar...Sadece kendi istedikleri zamanda, yine kendi istedikleri şekilde yaşamına dahil olup sonra birden yok olan insanlar..
Egolu insanlar.. Her şeyin en iyisini bildiklerine, en doğrusunu bildiklerine inananlar. Seninle ilgili sorununu ancak canı yandığında yüzüne vuranlar. Bir çocuk olsan mesela, minicik bir çocuk veyahut bir ergen, derim ki : büyüyecek, ben de öyleydim. Ama bunu yapan 30 yaşında bir adam ya. Kocaman bir adam. En kötüsü de böyle davranarak saygı oluşturabilceğine inanması. Sonra kendine duyulduğunu inandığı saygıyla, müthiş bir özgüvenle ortalarda gezinmesi. Hı hı Ankaranın en iyi maliyecisi sensin tamam canım.
Hiçbir çıkarın olmadan, sadece huzursuzluk olmasın diye sessiz kalıyorsun olanlara.Sonrası iyilik güzellik falan değil. Sonrası insanoğlunun doğuştan gelen egosuyla ezik olanı sindirmeye çalışması. Sessizliğe eziklik gözüyle bakması.
Gerçi bazıları hak ediyor bunu. Bazıları kimler mi ? Senin sessizliğinden dolayı ezilmesine kıyamadığın, her fırsatta destek olmaya çalıştığın, ama günün birinde seni küçük duruma düşürmeye çalışanlar.. Bir başkasını küçük düşürmeye çalışarak yücelceğine inananlar olarak çok gerizekalısınız.Bir insan bu zihniyete sahip olabilecek kadar kötü ne yaşamış olabilir geçmişinde ? Kafamda deli sorular.
Bir de olması gerekeni yapıp, dünyanın en iyi işini yaptığına inanlar var. Olması gerekenle yetinenler var. Hayatta her şeyi bir görev olarak kabul edip, üzerine düşeni yapıp köşeye çekilenler.
Olması gereken kadarını yapanlar hayatta hep mutsuz olacaklar. Mutluluk, içten gelerek, böyle tüm samimiyetinle, olması gerekenden daha fazlasını yapabilmek çünkü. Ama nerden bilecekler ki. Neyi bildiler ki.
Her yazımda yaptığımı yapıp, sorunu bir de kendimde aramayı deniyorum. Belki de sorun benim hayatı filmlerdeki , romanlardaki gibi yaşama isteğimdir gerçekten. (yeni duyduğum eleştirileri cümle içerisinde kullanmaya bayılırım)  Sorun bitmek bilmeyen anlaşılma çabamdır belki.
En yalın haliyle anlattığım halde, sorunun tek bana, bir bana yüklenme çabasıdır belki de asıl sorun. Böyle bir savunma mekanizması olabilir mi ? Olabilir.
Bakınız : "yansıtma"
Uff neyse sen yansıtıyosun galiba iyi geceler.
http://www.youtube.com/watch?v=OczSfgaBlJ8


8 Ocak 2014 Çarşamba

Bak komşunun kızına

Başkalarının beğenilerine göre zevkleri değişen insanlar var. Bir şey ne kadar çok beğeni alıyorsa o kadar güzel algısı şu an her iki ergenden birinin bieber hayranı oluşunu açıklamaya yetiyor. Başka bir açıklaması olamaz zaten, olmamalı.
Oysa gerçek beğeni, yeryüzünde hiçkimse beğenmese bile, kendinden birşeyler bulabilmek o şeyde..Bazen zihninde, bazen kalbinde anlamlandırabilmek. İkinize özel bir bağ oluşturabilmek.
Bu benim için genellikle müzik oluyor. Hiç kimsenin etkilemediği kadar etkileyen şarkılar var beni.Bu öyle farklı ki, kimsenin onları dinlerken benim gibi ruhunun derinliklerinden dinleyeceğine inanmıyorum.
Filmler var.. Böyle sımsıcak, sanki yaşıyormuşcasına hissettiğim.
Onlardan biridir ; İçimdeki Yangın.
Yalnız anlarımdan birinde tek başıma gidip, film sonrası astral seyahata çıkmışcasına bu dünyadan koptuğum bir filmdir o. İzleyin.
Ya da izlemeyin. Benim beğenim umrunuzda olmasın. Tersten bakarsak, sizin beğeniniz benim umrumda olmuyor mu ? Elbette oluyor. Hatta bazen birilerinin seçimlerine o kadar güveniyorum ki, hiç tanımadığım halde uzaktan seviyorum böyle. O tercih etmişse iyidir, güzeldir çünkü.
Bu sadece olumlu bir önyargı. Önemli olan son. Ve sonuç; her zaman değişken. Ki olmasaydı hayal kırıklığı diye birşey olmazdı zaten. Olmayaydı iyiydi.
Benim bahsettiğim bambaşka birşey. Onun için bir anlam ifade etmese bile, bir başkası beğenince beğeniyor gibi yapmak. Hemen sonra, beğendiğine kendini bile inandırmak.
Hangimiz, normalde yüzüne bakmadığımız pc oyununu misafir çocuğu oynayınca fark edip, hunharca elinden alıp oynamadık ki. Belki de tek benimdir kötü ev sahibi olan.
Ya da hiç kullanmadığımız için annelerimizce birilerine verilen kıyafetleri gördüğümüzde, aslında iyiymiş diyip geri almak istemedik ?
Bunlar iyi hoş. Aslında hoş falan değil de, sadece objeden bahsettiğimiz için, daha doğrusu bunları sadece objeye karşı hissettiğimiz için  sorun yok.
Ya özneler...
Değerli olmak, farkındalık oluşturmak için ne yapmalı. Çocukluğumuzdaki gibi, başkasında görünce mi kıymet bilmeli? Hoş eminim, öyle olsa bile başkasındaki hep en güzeli gelecek, en özeli.
Elimizdeki imkanları kullanmayışımız bizi kötü sonlara itiyor. Her zaman "o benim" sahiplenmesiyle geri alamıyorsun. Sonra sadece pişmalık kalıyor ki o saatten sonra söylenebilecek tek söz : Geçmiş olsun!
Her ailenin bir klişe örneği vardır hani, ismi geçer geçmez akabindeki kelimeleri aynen sıralayabileceğiniz kadar beyninize kazınmıştır. Ruhsar izleyenler bilirler, "Bak Ruşen amcanın oğlu Sedata" örneğini.
Bizim de öyle bir örneğimiz var aile içinde. Bir başarı öyküsü. İmkansızlıklardan imkan yaratan,  karanlık bir tünelden gün ışığına kavuşan tam bir başarı öyküsü.
Elinde tek bir taso varsa, o senin için en iyisidir. Gerçekte en kötüsü olsa bile, sahipsen ve tekse daha iyisi yoktur. ama eğer bir kaç tane varsa sıralarsın onları önem sırasına göre.
Sorunumuz bu işte birden çok seçeneğe sahip olup, elimizdekinin kıymetini bilmemek.
İşte bu yüzden,hiçbir zaman o örneklerdeki mükemmel kadınlar/adamlar olamayacağız biliyorsunuz değil mi?
Demem o ki, bir çocuk ol mesela, tek varlığı tek bir taso olan minik bir çocuk kadar sev beni. De ki; seni kaybetmemek için her şeyi yapacağım.
Seçeneklerin sıradanlığında kaybolan bir kız ol mesela; bilgisayar oyununu fark etmesi için, misafir çocuğuna ihtiyaç duymayan biri tarafından sevilmeyi hayal et.
Ve de ki : http://www.youtube.com/watch?v=brkSxQpnTqI

2 Ocak 2014 Perşembe

Friends will be friends!

Otogarlar diyorum, dünyanın en ilginç yerleri olabilirler. Birinin mutluluktan gözlerinin parlamasıyla eş zamanlı bir başkasının gözlerinden süzülenler. Kafanı çevirmenle saniyesinde değişen insanlar.
Umutlar, umutsuzluklar...
Yeni bir kente gidecek olmanın verdiği heyecan, ve hemen sonrasında bir korku.
Tanıdığın ve sevmediğin bir şehre gidecek olmanın üzüntüsü,hemen sonrasında kendine bile itiraf edemediğin bir özlem taa derinlerden.
Yolculuğun başlaması demek, anılardan koca bir demeti açmak demek. En ince ayrıntısıyla, çok yönlü düşünmek demek.
Arkadaşlar mesela, aslında bir yolculuktan farksızlar.Başladığında yeni umutlara, mutluluklara gebeyken, birgün mutlaka bitiyor. Sadece yorgunluk kalıyor geriye. Ve bu yorgunluk, öyle kahve içmeyle de geçmiyor.
Hatta daha da özlüyorsun kahveni içerken.
Bir an önce kendini evine atıp, hatıra kutunu açmak istiyorsun.Öyle bir duygu yoğunlu ki bu, hazır olduğunu sanıyorsun yüzleşmeye. Yoksaymanın sadece içindekileri ertelediğini fark etmenle değişiyor zihnindekiler oracıkta. Gidiyorsun ve açıyorsun. Eski mektupları okuyorsun, her bir hediyeye uzun uzun bakıyorsun. Kırıldı sandığı küpenin aslında orda seni bekliyor olduğunu görüyor büyük bir özenle takıyorsun kulağına şans getireceği düşüncesiyle. Derken, takmanla kaybediyorsun. Bu kez eskisinden daha büyük bir mutsuzlukla, inancını yitirmişcesine sorguluyorsun.
Eskilere gidiyorsun böyle 6 yaşında minnak bir kız olduğun zamanlara. Kırmızı önlüğün, annelerin birbirleriyle yarıştığı ve senin bu yarışta sadece bir aracı olduğun dantel yakan, ve elbette öğrenciyi öğrenci yapan beyaz çoraplarınla sınıfta bir köşede oturuyorsun. İki büyük arasındaki konuşmaya kulak kesiliyorsun. Her şeyin bir sonu vardır diyor biri diğerine. Ansızın, için için ağlamak deyimiyle tanışıyorsun. İlk gün destek olduğun, her zaman sana destek olan Büşra'yı birgün göremeyecek olma fikrini kabullenmiyorsun tabi. O küçük ihtimal üzerine ağlıyorsun, neden sorularına cevap vermeden.
Derken yıllar geçiyor. Zeka yaşının büyümeyişinden midir, yoksa beyninin yoğun olarak sağ tarafının çalışmasından mıdır bilinmez, hala kabullenemiyorsun ortada olan gerçeği. Birgün yaşamlarınızın kesişeceğine dair inancı hiç yitirmeden geçiyor günlerin..
Yıllar sonra kabulleniyorsun.. Ama ne kabullenme.
Geçmişe şöyle bir bakıyorsun, geride zamana, belki de mesafelere yenik düşen arkadaşlıklar görüyorsun. İçin acıyor haliyle.
Ego savaşından, ya da anlamsız gururdan sıyrılma savaşı verirken kendi içinde, senin olman ya da olmaman onun umrunda olmuyor.
O güne kadar hiç şüphe etmediğin arkadaşlığını sorgularken buluyorsun kendini. Eğer hissedilenler gerçekse, iyi ki gidiyorsun hediyesi gerçekse,şimdilerde böylesine uzak oluşunun bir açıklaması olmalı diyorsun. Maalesef olmuyor.
Zamanın sıradanlığında kaybolduğunu kabullenmek ağır geliyor, ve yine zamanla alışıyorsun bu duruma.
Hani eski filmlerde bir sahne vardır. Esas oğlan / kız çaresizce, yıllar önce yanlış anlaşılma sonucu kaybettiği sevdiceğini bulmak için adrese gider. Kapıyı bir yabancı açar ve tüm soğukluğuyla : "Onlar taşındı yavrum" der. Geç kalmışsındır çok geç.
İnciden lezzetlerin kapandığını gördüğümde, ben de onlar taşındı yavrum dedim kendi kendime. Ve geç kalmış hissettim. Ama bu kez o filmlerden biraz farklı, affettirmek için değil, affetmek için çok geç hissettim.
Şu anki ruh halim : Ararsa açmıcam ( Allahıma arıyor)
Evet, hayatımın bir gerçek kesitinin daha sonuna geldik.
Büşra (23) : Evli ve iki çocuk annesi. Mutlu bir yaşam sürüyor. Geçmişi gülerek hatırlıyor.
Merve (23) : İlk okul arkadaşını otobüste görmenin sevincini yaşamadan, biz niye böyle olduk üzüntüsünü yaşıyor. Şu an http://www.youtube.com/watch?v=KWKV9DXqt6Y dinleyerek uyuyuyor.

merry christmas :)

İnsanlar ikiye ayrılır, yılbaşı kutlayanlar ve diğerleri. Yılbaşı kutlayanlar da ikiye ayrılır 10dan geri sayanlar ve diğerleri.
Mutlu insanlar görüyorum.Bir geceye konsantre olmuş,aylar öncesinden hazırlanmış insanlar. anlamsız telaşları komik gözüküyorsa da, bazen onların yerinde olmak istemiyor değilim. Tek bir geceyle hayatının değişeceğine inanmak, bunu umut etmek; sınava hiç çalışmadan girip geçmeyi hayal etmekle aynı şey.
Sen ne verdin ya da naptın da ne bekliyorsun hayattan,orası ayrı tabi. Hadi canım eller havaya!
Aslında evrene olumlu sinyal gönderme isteğinizi anlıyorum. Quantum diye birşey var , kesinlikle iyi iyiyi çekiyor. Önemli olan samimiyet.
Samimiyet deyince.. Daha bugün yaşadığım bir olay özsamimiyetin en önemli his olduğunu gösterdi bana. Eğer, kendine karşı samimi diilsen, kimsenin görmediği , bilmediği, o özel alanlarda, kendi iç dünyanda kendine karşı samimi değilsen, bir başkasına inanman da güçleşiyor. Herkesi kendin gibi sanma klişesi de burdan geliyor bence.
Klişelere bu kadar takılıyorum ama klasik olan her şeyin yeri de başkadır hani.
Her neyse, yeni yıl diyordum..Yeni umutlar.. Aslında en çok ben sevinmeliyim, ben kutlamalıyım başarısızlıklarla dolu bir yılın bitişini.Ama işte, yeni yılıın ikinci gününde de hiçbir şeyin değişmediğini görmemle yeniden sorguluyorum o geri sayım yapanları. Noldu eğlendiniz falan ya, uyandığınızda her şey mükemmel mi oldu ? O abartılı sevinç ne öyle.
Müthiş bir önyargıyla kafamda yılbaşı gecesi için oluşan, sarhoş taklidi yapan,yüzü makyajdan gözükmeyen kızlarımız. Ve hayatında hiç kız görmemişcesine tek eğlencesi onlara bakmak olan erkeklerimiz. Nitekim öyle olduğunu da görüyoruz her yılbaşı sonrası haberlerde.
Bir yanlış kendini her seferinde bu kadar net yinelerken, ısrarla her yıl tekrar ediyor oluşumuza da diyecek lafım yok.
Yeni yıl..Yeni başlangıçlar. Yeni olan her şeyin dayanılmaz çekimi. Belki de tüm dünya çılgınlar gibi yeni yılı kutlarken, beni düşündüren bu. Yeni olma fikri. Yeni olamama korkusu. Tek özelliği yeni diye birşeyin seviliyor olması. Yeni diye merak ediliyor olması.
Eskinin de ayrı bir yeri vardır ama yapmayın. Silip geçmeyin böyle.
Zaman sadece bir pekiştireç her şey bunu görebilmekle başlıyor.Mutluluğunu unutma ki, umutla dolsun için her hatırladığında. Kırgınlığını unutma ki, bağışıklık kazan ve daha az kırıl her defasında. Zamanı bir son ya da başlanıç diil, baişlangıç ve bitiş insanın içinde. İlk önce bunu fark edin, sonra konuşalım.
Yeni yılın ilk bilmem neyicilere selam olsun, ben yeni yılın ilk şarkısını dinlerken : http://www.youtube.com/watch?v=Qt2mbGP6vFI&feature=share