10 Kasım 2018 Cumartesi

Özgürlüğün kıyısı

O günkü son kahvesiydi sütsüz ve şekersiz..28 kupa kahve içip, yastığa başını koyar koymaz uyuduğunda hayatın kalıplardan ve sınırlardan olmadığını keşfetti. En azından onun için, bunu yersem uyuyamam, şunu içersem rahatsız eder yoktu.. Şanslı hissetti, en sevdiği his, en sevdiği eylemle buluştuğu için.. Özgürlük ve yemek !
Kalıplardan her zaman nefret ettiğinden olacak, derslerinde pek başarılı sayılmazdı. Öyle ya, üniversitede severek okuyacağını düşündüğü bölümde bile, okunması gerekenler listesi vardı. Hayır , eğitime karşı falan değildi. Eğitim adı altında, neyi okuyacağının belirlenmesine karşıydı. Belki kendi hür iradesiyle seçebileceği bir kitabı, “sırf gerektiği için” okumayı reddediyordu ve bu içsel bir tepkiydi genelin parçası olmaya dair..
Yaptığı şeyleri gereklilikten değil de, isteyerek , benimseyerek yapabilme özgürlüğü yaşamı boyunca kurduğu hayallerin bütünüydü esasen, ve belki de bu yüzden, istemeyerek yaptığı her şeye eser miktarda  benliğinden bir parça ilave etti..Hem var hem yok oldu böylece içsel döngüsünde.  
Taa ki o güne kadar.. 
Artık sadece varlığını hissetmek istiyordu, veyahut yokluğunu. 
Sıradan başlamıştı gün.. Erken başlayıp , geç biten her gün gibi, keyifli ve yorucuydu. Hiç ilgisini çekmeyen yaşamlar, o kimseler ve sorunlar, en önemlisi milyon kez anlatılsa bile , ilk kez anlatılıyormuş gibi heyecanla (!) dinlemesi ,günün ne kadar sıradan olduğunu anlatmaya yeterliydi..
Gün sonu geldiğinde, gece diye tabir edilen o zaman dilimi, onun gündüzü olmuştu. 
Acele bir kararla yataktan fırladı..Uyumak zaman kaybıydı ve onun tek ihtiyacı biraz zamandı..
bu saatte açık yer bulamayacağına göre, kendi kahvesini kendi yapacaktı. 
Zaman zaman , gün doğumunu izlemek için gittiği ücra köşeye vardığında, henüz zifiri karanlıktı her yer..
Oh dedi, yetiştim.
Yıldızlara seslendi, dalga seslerine. 
Bu kez siz beni izleyip dinleyeceksiniz, benim gün doğumum dedi. 
Ve anlattı onlara, içinde fark ettiklerini.. Hayallerini,uçsuz bucaksız özgür düşlerini anlattı. Aydınlandığını hissetti, köşede kalmış her hissinin bir bir , yeniden ortaya çıktığını.. 
Oralı olmadı yıldızlar, ilk kez dinlemiyorlardı ve şaşırmış gibi yapmayacaklardı .  Ee vakit de gelmişti artık kaybolmaları gerekiyordu tabi.. 
Deniz biraz daha umut vericiydi. Esirgemedi dalga seslerini güneşin ilk ışıklarına rağmen.. Hatta arada dinlediğini göstermek istercesine , onun kelimeleriyle hırçınlaşıp, gözyaşlarıyla sessizledi. 
Rahatlamıştı. 
Nitelikli yalnızlığında hissettiği varlık hissiydi onu hafifleten. Özgürlüğünü kısıtlayan zorunlu kalabalıklar değil. 
Gün telaşı başlayınca sabah gerginliği oluşan yüzlerde, onun kaybolma zamanı da gelmişti..Esasen bu bir kayboluş değil, varoluş meselesiydi.

Bir kişinin daha vakti gelince giden yıldızı ve sürekli onaylamak zorunda kalan denizi olmak istemediğini artık çok iyi biliyordu...


5 Kasım 2018 Pazartesi

Döngü

Geçmişte varolmuş, şu an dünyanın herhangi bir yerinde hissedildiğine emin olduğu, ve pek tabi gelecekte de hissedileceğini düşündüğü bir duygu vardı ki ; adını bulan insanla tanışmak isterdi. Bunun gibi, henüz kendi bile çözümleyememişken bir olayı, durumu veyahut hissi, birilerinin bunu net bir şekilde anlatabilmesine hep hayranlık duyardı. Biraz da kıskançlık..
Kimi zaman sayfalarca betimlemenin arasından, kimi zaman tek bir kelimeden, şarkıdan , bakıştan ve  nadiren de sessizlikten anlardı hisleri.. Anladığını sanıyor olması da muhtemeldi pek çokları gibi.
Anlamak hevesiyle değil de, anlaşılmak arzusuyla çıktığı bu düşünsel yolculuk, hayal ettiği gibi düşsel ilerlememişti..Yol ayrımlarıyla doluydu yaşam ve her bir seçimi onu anlaşılan olmaya değil, anlayan olmaya itmişti..Artık bundan memnun olduğunu söyleyebilirdi. Anlayabilmek dünyanın en özgür hissi diye yineledi biraz sesli.
Belki de bu yüzden plan sevmediğimi zannediyorum diye düşündü..İstediği gibi gitmezse süreç, kendini kandırır, durumu sevmeye çalışırdı. Bugüne kadar, neredeyse hiçbir planladığı olmamıştı ve  ona da, ben plan sevmiyorum demek kalmıştı tüm umarsız görüntüsüyle.. Hele hayalleri bir insana dairse, neredeyse hiç başarılı olmamıştı. Öyle ya, onların da başka planları vardı..
Kimsenin planını bozmak istemediğinden mi, kimsecikler zaten planını onun için değiştirmeyeceğinden mi bilinmez, inanmıştı bir kez onun için fark etmediğine..Sen bilirsn ile başlayan her cümle, kendi bildiklerine hakaretti oysa ki..Her insan bir şey bilirdi en nihayetinde.
Ve işte, en başta bu uyumlu tarafını sevenler, zaman geçtikçe kimliksizlikle suçluyorlardı onu..Bu değişmeyen bir döngüydü artık.
Tüm bu düşüncelerden sıyrılmaya çalıştığı birgün, hava da onu destekler nitelikte gülümsüyordu tüm huzuruyla. Kuşların cıvıltısı, ağaçların yeşilliği , dağların keskinliği ve denizin maviliğinin her zamankinden belirgin olmasının üzerine yemin edebilirdi , yarının yeni  bir gün olacağına..
Olmadı..
Dinlemenin sıkıcılığında vücut buldu yaşamındaki  yüzler....
Ona da , hayatın en basit , en gerçek dışı tümcesini söylemek kaldı :
Ben iyiym ya aynı, sen nasılsın?

https://youtu.be/n63UbX5kzAc

31 Temmuz 2018 Salı

Dört Harfli

Bir şeyi çok istersen olur dediler, inandım. Öyle ki, olmayışları çok istemeyişime yordum. 
Anlattıkça rahatlarsın dediler, inandım. Bıkmadım aynı cümleleri kurmaktan. 
Ben iyi bir dinleyiciyimdir dediler, inandım. Dinlemiyişlerini sıkıcılığıma yordum.
Ne iyisin sen dediler, inandım. Ne de olsa tüm güzel ve özel sıfatları en çok kendisine yakıştırırdı insan..
Hep yanındayım dediler, inandım. Yalnız bırakılışlarıma bahaneler buldum ve deli gibi inandım aslında yanımda olunduğuna.
Mutlu olmak için mutlu etmek gerek dediler, inandım. Başkalarının mutsuzluğuna dayanamadım..
Anlamıyorsun dediler, denedim. Hep daha çok anlamayı denedim.
Seviyorum dediler, inandım. Kendimi vazgeçilmez sandım.
Merak ediyorum sesin soluğun çıkmıyor dediler, inandım. Meraklarını tatmin edince yokoluşların arasında kaldım. 
Seni anlıyorum dediler, inandım. Konuşmadan anlaşabileceğime çok inandım. 
Ego kötüdür dediler, inandım. 
Çok gezen bilir dediler, inandım. Dünyanın o şehrinden bu şehrine bildiklerimle sessiz sessiz ağladım.
Bir şey olacaksan en ol dediler inandım, en iyi arkadaş, en iyi evlat, en iyi sevgili olmayı denedim. Hiçbiri olamadım. 
Ağlama kıyamam dediler , inandım. Gözyaşlarım en çok yalnızken aktı.
Küçüksün dediler, inandım. 
Büyüksün dediler, inandım. 
Yalnızlık güzeldir dediler, inandım. Her yalnız bırakılışımı ben zaten bunu seviyorumla açıkladım. 
Başkasının özgürlüğünün başladığı yerde seninki biter dediler, inandım. Çok inandım. Kimsenin özgürlüğüne dokunmayaym diye kendi özgürlüğümü daralttım.
Derdini söyle derman bul dediler, inandım. Buna mı dertlendin diye küçümsendim. 
Hayaller önemlidir dediler, inandım..Kimsenin hayali kırılmasın diye, kendi can kırıklarımın arasında kaldım.
En sonunda şaka gibi,  hayat güzel dediler, inan(a)madım. Ölümün samimi yüzüne bakakaldım.
Demem o ki, ben bazen üzülüyorum. 

18 Mayıs 2018 Cuma

Cino

Dondurmasını kaşıklarken bir şey düşündüğü söylenemezdi. Bir kaşık yedi , sonra bir kaşık daha. Derken , neredeyse sonuna geldiğinde artık yiyemeyeceğini fark etti. Kutunun kapaığını kapatıp dolaba götürdü. Bir ses, “azıcık kalmış yavrum bitir de yıkayaym “ dedi sanki.. Aniden dolaba değil , çöpe atmaya karar verdi. Hayır, asla onu yıkamayacaktı. Yıkatmayacaktı. 
Çocukluğunu hatırladı, hani şu soğuk su içme öğütlerine inat olduğundan değil de, gerçekten canı sadece soğuk su çektiği için buzluğa bir bardak su koyup, 10 dakika sonra da neredeyse tek dikişte bitirdiği zamanlara. İşte o günlerden birinde, dolaba su koyacakken tam, Carte D’or kutusu gördü. Çocuk gibi sevindi, hoş zaten çocuktu. Mutlulukla kutuyu eline aldı ve bir aile olmanın kurallarını düşündü birden büyümüşcesine. Tamam kutudan kaşıklayamayacaktı bu kez, diğerlerinin de yemeye hakkı vardı. Tabağına alıp, onu bitirip bir tabak daha alacaktı hep öğretildiği gibi. Kutuda bir gariplik vardı, hayırdır inşallahtı. Derken açtığında kutuyu, hemen her çocuğun mutlaka hayatında bir kez yaşadığı o hayal kırıklığını yaşadı : Yaprak Sarması doluydu kutu. Sinirlendi odasına gidip kumbarasına baktı. Bir max alabilirm belki diye umuyordu ki, kumbarasının boş olduğunu fark etti. Para biriktirmezdi ki..
Odadan çıkacakken şimdinin 50 kuruşu, o zamanın 50 bini ilişti gözüne siyah delikli kalemliğinin içinden. O 50 bin, yaprak sarması oldu birden. Neden kalemliklte olsundu bir para. 
Bakkal Hasan Amca’ya gittiğinde, biraz sıra bekledi. Ve  sonra hiç konuşmadan aldığı 5tane cinoyu gösterdi. Parayı verdi ve çıktığında bir tanesini çoktan yemişti. Geriye kalanları da eve dönüş yolunda, 46 adımda,bitirmişti. 
Akşam yemeğinde yaprak sarması vardı. Annesi sinirle tezgahın üzerine bıraktığı dondurma kutusunu görünce, her ev hanımının akşama ne pişirsem gerginliğinden  bir saniyeliğine kurtulmuş, sevinmişti. İki gün sonra gelecek misafirlere mi saklamalıydı onu, ama yok çocuklar da çok severdi yaprak sarmasını. Yesinler, yine yaparım diye düşündü. Ve akşama sürpriz yapan bir çocuk gibi, mutluydu mutlu olacağımızı düşündüğünden. Mutluyduk da. Çünkü gerçekten severdik, yaprak sarmasını. Annem de çok güzel yapardı hani. Ellerine sağlık.
İşte çöpe atarken kutuyu bunları düşündü.Saklama kabına gereksiz para vermek hoşuna gittiğinden değil, kimse hayal kırıklığı yaşamasın diye kendini rahatlattı, o sevilen yaprak sarması dolu dondurma kutusunun kendisi olduğundan habersiz.. Dışardan bakınca hayaller kurduran, açıldığında içeriği sevilen ama asla tatmin etmeyen bir kutu dolusu yaprak sarması..

14 Nisan 2018 Cumartesi

Sessiz Gemi

Gün henüz akşama dönmemişti.
Fakat bütünüyle akşam griliği çökmüş denilebilirdi..
Bazı günler , sabahları işe gitmek istemeyen kimseler gibi,asık suratlı doğuyordu..Tek gayesi üzerine yüklenen sorumluluğu yerine getirip , yok olmaktı sanki..
Kendisi dışında hiçbir şeye isteme(me) hakkı tanımayan insanlaraysa söylenmek kalıyordu.. Off , bu havada bu giyilir mi, bu havada bu yenilir mi, bu havada bu yapılır mıydı..
Aslında olansa , böyle günleri düşünmek için birebir oluşuydu..
Güneşin getirdiği sahte ve anlamsız huzur olmadan , salt kendin gibi hissettiren grilik siyahları beyaza yakınsardı..
Hem ne demişti bir şair, “ Aydınlık için, karanlık gerek”
Tamam işte , karanlıkken her şey, hava bile modunda değilken bugün, ona düşen aydınlanmaktı..
Hüzünle yanarken için için, üşüyordu dışın.Eee deniz kenarında oturuyorsa bile bile, rüzgarı da göze almalıydı..
Aldı da nitekim.. Günler sonra, bir hafta yataktan çıkamayacağını -henüz bilmese de o an..
Bazen gerçek, gün gibi ortada olurdu. Mesela, yağmur gelmeden evine yetişmeye çalışan telaşeli kimseleri fark etmesi için, hiçbir sebep yoktu.  Bakmıyordu bile. Ama görmüyor değildi.
Yaşamındaki ayrıntıları neden görmüyordu peki bu kadar ortalıktayken her biri..veyahut görüyorsa neden durdurmuyordu, neden düzeltmiyordu.
Bu gibi anlamsız düşüncelerle bakarken karşıya, bir gemi gördü.
Hani küçücüklüğünü gizlemek için büyük ışıklarla süslenen gemi vardı ya , ileride. Hah işte onu..Sanki sadece kendisi görüyormuş gibi hissetti. 10 kişiyi durdurup, 11 popüler cevap almak istedi o geminin varlığına dair .
Alamadı.
Herkesin fark etmesi için o ufacık gemiyi, görkemli olan gemilerin uzaklaşması gerekirdi.
Böyle bir şey hiç olmayacaktı.
O fark etti , çünkü gemi onun ruhunun ta kendisiydi.
Varlığının basit özetiydi belki.
Fark edilmek için süslediği ruhu, ne yaparsa yapsın silikti.
Işığı yetmiyordu fark edilmesi için.
Acıdı kendine.
Az sonra, gözden kayboldu gemi..
Havanın griliği ağır basmış, daha da silikleştirmişti onu.
Yaşamlarında silikleştiği kimseleri düşündü. Kimbilir, belki hiç varolmamıştı onlar için o gemi..
Dinleyiniz : https://youtu.be/K9Qs8-BkiLw

19 Ocak 2018 Cuma

Müzik Kutusu

Anlaşılmayacağını düşündüğü konularda açıklama yapmayalı çok olmuştu. Yorgundu, fazlasıyla..
Ruhunun özünü anlayabileceğini düşündüğü insan neredeyse yoktu, yalnızdı bir hayli..
Anlatmasına gerek kalmayacağını düşündüğü sade yaşamı çok değil, biraz onunla ilgilenenlerle dolsa belki değiştirebilirdi içindeki çekingen kimseyi.
Ama hiçbiri olmadı.  Başkalarını özgürleştirdikçe kendini hapsetti rahatsız etmememe çemberine..Amaç güzeldi, çok özeldi.. Gidiş yöntemi yanlış..
Kendini bir şeye, kimseye veya duyguya hapsettiysen kimse seni orada ziyarete gelmezdi..
Hapisteydin sen, hem yıllar sonra suçsuz olduğunu fark ettiklerinde, ki bu farkındalık için sadece tecrübe kazanmaları yeterliydi , yine aynı şekilde özgür bir dünya vaadedebilecek kadar iyi miydin gerçekten? Yoksa kırgınlıkların bağışlayamacağın bir çığa mı dönüşmüş olacaklardı..
Yine, yine ve yine, gelecekten bakmak istedin yaşamına.. Merak ettiğin bağışlayıp bağışlamayacağın değildi bu kez...Artık kimseyi olmasa bile , kendini çok iyi tanıyordun zira.. Merak ettiğin asıl mesele, seni nasıl bir yalnızlığa gebe bıraktıklarını görüp göremeyecek olmalarıydı..
Neredeyse hiçbir konuda net olmayan tavrın, melankolik ruh halinle savaşa düşmüştü işte yeniden. . Kazanan melankoli olmuştu. Evet fark edemeyeceklerini adın gibi biliyordun. Onların,melankoli diye adlandırdıkları, seninse aslında altını gözyaşlarıyla madde madde doldurduğun tecrübelerin geleceğin  simgesi olmuştu yeniden..
Burda asıl mesele başka kimseler değil de , sendin aslında.
Bu kadar farkındayken, bu kadar geleceği tahmin konusunda yanılmazken, nedendi birbirinin tekrarı ruhlara aynı özeni gösterişin?
Kendini her seferinde , ne yapacağını bilemez halde bulduğun o tahta masa bile  nesneleşmekten öte özneleşmiş, yalnız anlarının yegane sığınağı, biricik dostun olmuştu da gerçek özneler nerelere gizlenmişti?
Sen mi çıkarmak zorundaydın onları hep saklandıkları yerden?
Hiç değildin.
Kendine misyon edindiğin bu gereksiz anlayış bir süre sonra sanki yapman gereken gibi olmuş, kuru bir teşekkür bile reva görülmemişti senin anlamak için merveüstü bir çaba sarf ettiğin onca anlayışa..
Kendini aşarak davrandığın her davranışa sessiz teşekkürlerdi beklediğin, birebir aynı karşılıklar bile değil..
Çünkü , baban daha küçük yaştan itibaren seni birebir karşılık beklememe konusunda eğitmişti “arkadaşların bizde istedikleri kadar kalabilir, ama kalmaları senin de onlarda kalacağın manasına gelecekse, kalmasınlar” sözleriyle..
Bencil bir düşünceydi evet, ama sen bundan alman gereken dersi çok başka almış olacaksın ki yaptığın hiçbir fedakarlığa karşılık beklemedin bugüne kadar..
 Bir şeyler beklediğin doğruydu...Ve onlar, biraz anlayış, çokça sevgiydi. Hepsi bu..
Sen anlattın bunu eskiyen cümlelerinle de, bir anlayan çıkmadı.
O halde anlatmayı kes artık.
O halde,dinleme sen de onları.. Sadece kendilerini ve benzer ruhları inandırabilecekleri samimiyetsiz konuşmalarını dinleyip, en lüzumsuz tavırlarına bile bir anlam yükleme.
Bu kez affetme.
Bu kez açıklama dinleme.
Dinlediğin tek şey, müzik olsun.
Gerçekleri anlamanı sağlayan canın müziklerin...
En sevdiğin nesne olan kar kürelerindeki müziklerin belki.
Müzik başlasın, sen dahil , tüm insanlık sussun.
Lütfen bu kez sonsuza kadar...

https://youtu.be/vt1Pwfnh5pc

18 Ocak 2018 Perşembe

Bitti rüya

Bir varmış bir yokmuş.. Evvel zaman içinde , kalbur saman içinde ülkenin birinde güleryüzü ve iyi niyetiyle herkesi kendine hayran bırakan bir genç kız yaşarmış.. Aslında olması gerekenin aksine, herkesi hayran bırakmazmış.. Takdir etmeyi hiçbir zaman beceremeyip , hep takdir edilmeyi bekleyen ruhlar, kimseye hayran olamazmış zira. Ama masalmış bu ya, her şey en uçta olmalıymış..
Hayatı masal gibi gören bu genç kız, masalardaki gibi davranmayı kendisine ilke edinmiş..çok sevmiş mesela, en uçta.. çok özlemiş mesela, iliklerinde hissetmiş özlemi..kimsenin aklına gelmeyecek şeyleri , sırf insanlar mutlu olsun diye yapmış.. uzakları yakın , olmazları olur kılmış.. kendisi bile şakşkınken nasıl yapabildiğine, insanlar sanki olması gereken buymuş gibi yaklaşmışlar..
gerçek dünyada yaşayan insanlar, tüm realiteleriyle mutlu olmamışlar tabii.. yılmamış, bir kez daha üzerine düşmediği halde görev edindiği şekilde davranmış.. yine olmamış. Kaya kalplerini parçalayıp , küçük taşlar haline bile getirememiş..
Bu kez masallardaki gibi en kötü olmak istemiş. En gaddar. En insafsız.
Ama olamamış. Ruhu hiç tatmamş ki bunları, tanımamış...
Öfkelenmiş bu kez, kendine en çok.. Neden normal bir insan gibi değilmiş tepkileri? Neden kırıldığını söylerken bile kırmaktan korkup susuyormuş ki.. Neden bağıra bağıra , yanlış yaptınız diyemiyormuş onlar gibi sahi?
Cevabı bir ömür aramış bulamamış.. yaptığı küçük yanlışlar, diğerlerinin en büyük doğrularından bile doğruyken, neden böyle insanları hayatının nerkezi yaptığını bulamadan ölmüş, gitmiş.
Masal burda bitmiş.
Masal tam da bugün bitmiş.
Gökten üç elma düşmüş..
Çürük olan, kötü kalpli insanlığa.
Tatsız olan, elinden gelenden fazlasını yapıp karşılık bulamayanlara.
Güzel olan da benim naciz bedenime.
https://youtu.be/4zLfCnGVeL4