23 Ağustos 2013 Cuma

bilirkişi

İnsanın kendi içindeki çatışmalar,geleceği konusunda karar verme gücünü ve iradesini elinden alıyor..Güçsüzleştiriyor..
Sonra,kendi iraden dışında birşeyin, birinin, bu karmaşık ikilemi çözmesini öyle çok istiyorsun ki..Sorumluluğu atmak istiyorsun..
Sen olsan ne yapardınlarla dolu bugünlerdeki cümlelerim..
Böyle bir yol,bir kişi yok maalesef. Herkesin kendine göre tercihleri ve tercihlerinin sebepleri var. Tabi ki farklı farklı..
Biliyorum, hayatının kararlarını alması için bir başkasından bişiler ummak kadar saçma bişi olamaz. Ama böyle durumlarda sağlıklı düşünemediğin için, verdiğin tüm kararları sorgular oluyorsun..Diyorum ya özgüven falan kalmıyor. Yanlış da olsa bir başkasının dediği hep daha çekici.
Ruhumun çataklarından su damlaları sızıyor..Bir başkasına onun için acı çekecek kadar bağlanmayı,birini sevdiği için güçsüzleşmeyi taşıyamıyorum. Sevgi mi aşk mı sorun burda...Sevgi mi alışkanlık mı aslında tam da burada..
Yaşamımı değiştirmek ister miydim..Bugünlerde evet. Neresini mi ? Ben de bilmiyorum.
Hani ilkokulda matematik dersinde hiçbişi anlamazsın, hoca nereyi anlamadın dediğinde en baştan anlat diyesin gelir diyemezsin kafasına göre herhangi bir kısmını tekrar anlatır, anlamış gibi yaparsın,susarsın..Tam da böyle sanırım.Çünkü birşeylerin en baştan değişmesi lazım. Kafamdaki soruların en başından beri aydınlatılması lazım ya da..
Ama şunu da biliyorum. Herşeyden önce birşeyleri değiştirmek,anlamak, ya da başkalarını suçlamadan yapmam gereken tek birşey var o da ne olmak istediğimi bulmam..
Lisede rehberlik derslerinde motivasyon amaçlı aktiveteler yapılırdı, gözlerini kapatıp 5-10 yıl sonra kendini nerede gördüğünü bir kağıda yazman istenirdi. Ha işte ben orda hiçbişi göremezdim :( Hatta alla alla niye benim hayallerm yok ölcek miyim acaba falan modundaydm.Ama bir tanesinde birşeyer yazmam kesin bir şekilde istendi.Ve ben de inanmayarak böyle gayet öylesine "Tek celse" adlı bir hukuk bürosu açtığımı yazmıştım. İyi ki de inanmamışm. Hayal kırıklığı olmadı :)
Ha inanmadığım için mi olmadı, çalışmadığım için mi orasını bilmiyorum. Bildiğim tek şey, zekiyim ama çalışmıyorum :) Ben onun kadar çalışsam bıdı bıdı.. (ondan daha fazla çalıştı,yine olmadı yine güldürmedi)
Neyse buralara çok değinesim yok. Sadece anlamaya çalıştığım, bir insan nasıl tanımaz kendisini. Aslında alışkanlıklarım bile aynı. İstatistik çıkartabilecek kadar tekrarlıyorum eylemlerimi. Ama ama ama işte ne istediğime, neden onu istediğime,neden istemediğime, ne olduğuma verecek hiçbir cevabım yok!
Benim hiç vazgeçemediğim şarkılarım var..Zamanında çok dinlediğim için marjinal faydası düşmüş,75757 yıldır dinlemiyorum belki, ama mp3ümden  birgün dinleme ihtimalime karşın silmiyorum. Silemiyorum.
Bazıları var mesela, böyle tek şarkısını sevmişim, sonra o şarkının modası geçmiş ama ben hala dinliyorum..Benim içimdeki modası hiç geçmemiş..Her dinleyişimde ilk kez dinliyor gibi aynı yoğunlukla dinliyorum onları.
Alışkanlıklarım var. Mesela, her gün töme gitmeden su aldığım büfe bile aynı.. Bunları bir anda yoksaymak düşüncesi bile ürkütücü. Yaşamımın baştan aşağı değişeceği düşüncesi bile inanılmaz uzak bana. Zaten öyle olmuyor alışkanlıklarıma devam ediyorum..
Müslüman bir aileden geldiği için müslüman olan bir çocuk gibi, babası fenerbahçeli olduğu için fenerbahçeli olan bir erkek gibi, annesinden gördükleriyle, kendini, vüucudunu keşfetmeden kadın olmaya çalışan minik bir kız gibi..Öğretilerle yaşıyorum hayatı.
Niye ya ? Niye olmak istediğim kişi olamıyorum ? Neden hep hayatı gördüklerim kadar yaşayabiliyorum? Neden benim bir yoldan gitmem için daha önce birilerinin ordan gitmiş olması ve iyi-kötü bir fikre sahip olması gerekiyor sanki. Bazen kötü olduğunu bilsem de ısrarla gidiyorum o yoldan,orası ayrı. Orda devreye hırs giriyor, benliğimin %87sini oluşturan merak duygusu giriyor vs. :)
Çok mu karanlık tünelin sonu, neden ilk giden ben olamıyorum..İşte bunların hepsi, kendini tanıyamamaktan geliyor ki en kötüsü de bu azizim.
Hayatım, başka yaşamların kötü bir taklidinden ibaret. En kötüsü bu. Kesin bu!
Aslında tüm bunların bambaşka bir nedeni var, birilerinin üzülmemesi. Çünkü onlara alışageldiklerinin dışında davranırsan kızarlar. Ama en önemlisi üzülürler, çok üzülürler ve sen kıyamazsın..Hayatı gördüklerin kadarıyla yaşamayı kabullenmek kalır geriye..Kabullenemezsin, sadece hayal edersin..Böyle olmasaydı nasıl olurdum ki acabayı..
İşte artık bişileri kabullenmekten sıkıldığımın yazısıdır bu. Olmak istediğim kişi olabilmenin, nerede ne zaman kiminle olmak istiyorsam bunu yapabileceğim hayalinin yazısıdır bu. Ve elbette, kabullenemeyişlerin, zamanla sıradanlığa dönüştüğü ve sadece lafta kaldığı, alışkanlıkların dibine vuran birinin yazısıdır bu.
Bu şarkıysa bir vazgeçemeyişin, hiç eskimeyişin şarkısıdır.
http://www.youtube.com/watch?v=TR3Vdo5etCQ






19 Ağustos 2013 Pazartesi

eski cumartesiler.

Cumartesi kuşağı filmleriyle büyüdük biz. Bir grup lise öğrencisi, ergenlik bunalımı, özgüvensizlik, öfke kontrolsüzlüğü gibi sorunlarından sıyrılıp filmin sonunda, tam son dakikada , başarılı olurlardı. Artık konu her neyse.. Genelde müzik yarışmalarının yapıldığı filmler olurdu onlar. Esas kız/oğlan son dakikada sahneye fırlar mikrofonu alır ve ağzı kulaklarında şarkısını söyler -ve tabi ki- birinci olurdu.
Kimi zaman da basketbol,futbol gibi spor müsabakalarının yapıldığı filmler olurdu. Ve kahramanlar yine son anda 3lük atışlarını yapıp birinci olurlardı. Ve böylece, hem filmlerin mutlu sonla bitmesine alıştık, hem de kendimizi o başrolün yerine koyduğumuz için sonunda birgün kazanacağımıza inandık. Ben hala inanıyorum gerçi. Zaman zaman düştüğüm karamsarlıklar geçici. Sonunda ben kazanacağım. Son neresi tabi onu ben de bilmiyorum.
Tüm bunların dışında bir film vardı ki, benim için çok özeldir. "My girl."
Taa o zamandan filmlerde dram seveceğim belliymiş sanırım..Aşk, sevgi, arkadaşlık üzerine ufak bir yolculuğa çıkmak isteyenler mutlaka izlemeli..Bir filmi böylesine klişe betimledikten sonra, nasıl, hangi yüzle yazmaya devam edicem bilmiyorum :(
Mmm mesela aşkla sevgi arasındaki o kişiden kişiye göre değişen tanımı yaparak biraz özelleştirebilirim belki  amaçsız yazımı :)
Aşk, bana göre,en en en basit tanımıyla romantik komedi filmlerindeki o mükemmel adamı izlerken, gülümsemek, ve sana benzer şeyler yaşattığı için şükretmektir. Asla bir iç çekiş diil.
Bazen de, o mükemmel adamın yakınından bile geçmeyecek odunlukta birini, tüm benliğinle sevmektir..Hatta odun oluşunu bile fark edememektir.
Sevgiyse herkese karşı hissedilen o huzurlu his işte..Anneni, babanı, ağacı,toprağı herkesi her şeyi sevebilirsin. Önemli olan aşık olduğun adamı sevebilmekte. Eğer sevmiyorsan, o aşk denen heyecan ve arzularla çevrilmiş his bttiğinde - ki günün birinde mutlaka bitiyor!- devam edemiyorsun. Bitiyor.. Anı yaşayan, yaşanmışlıklarına ve geçmişine bağlı kalmayan bir tipsen, biter bitmez yeni bir aşka, bir heyecana yolculuk yapıyorsun..İyi mi yapıyorsun kötü mü yapıyorsun bilmiyorum.
Hep derim, herkes kendi için yaşar ve yaşamalı. İnsan bencildir. Olmalı olmamalı kısmı tartışmaya bile açık diil çünkü bencildir nokta. Ama birinin hayatından sadece sen istedin diye çıkmak da bilmiyorum ne derece doğru. Mantığıyla yaşayanlar,sizin işiniz kolay tabi!
Hiç beklemediğin bir zamanda, öyle bir gidiyor ve sen öyle çaresizce bakıyorsun ki gidişine..Bunu yaşamış biri olarak, bir başkasına aynını yaşatmak ne derece etik cidden bilmiyorum..
Her şey etik mi olmalı orası da ayrı tabi. Olmalı olmasına da, etik mi oluyor sanki.
Senin o kıyamadığın, adına aşk dediğin şey bir anda sırf kendi istekleri ve beklentileri için gidiyor.Sen neden gittiğini bile anlamıyorsun. Sadece gözyaşları kalıyor geriye. Ve o yalnızlık hissi..Mutsuzluğun kimsenin, en çok da onun umrunda olmuyor..Boğuluyorsun hem de öyle derin bir karamsarlıkta boğuluyorsun ki tarifi mümkün diil..
Hayatı bir başkasının isteklerine göre yaşamak çok saçma çünkü. Yalnızca onun istediği zamanlarda, istediği statüde hayatında olman daha da saçma!
Bu adına aşk, ayrılık dedğimiz hisler birer moddan mı ibaret acaba. İnsan birgün karşısındakinin en güzel yanlarını görüp, birgün tüm negatifliklerini ortaya döküyorsa bunun başka ne açıklaması olabilir ki. Keşke herkes, tüm şartlarda tüm olumsuzluklarda tüm o nefret dolu modlarda bile, kıyamasa karşısndakine.
Nerde be..Ama suç bizim diil. Hiç olmadı. Her şey o beğenmediğimz, sonunu tahmin ettiğimiz cumartesi kuşağı filmlerinin yerini amaçsız dizi tekrarlarıyla dolduranlarda. Sizi sevmiyorum :( Pis yedili izlemeye mecbur bırakılan bir kızın serzenişinin son cümleleri...
Fonda http://www.youtube.com/watch?v=pp95olCn3lY ile..




13 Ağustos 2013 Salı

samimiyet(!)

"Sevgi anlaşmak değildir, nedensiz de sevilir" cümlesindeki anlaşmak kelimesini açıklayınız.
Anlaşmak nedir ne değildir ben bir sonuca varamıyorum.. Deli gibi eğlenmek mi, sorunlar varken bile yan yana geldiğinde  tüm samimeyetinle içten bir gülümseme mi yoksa ?
En iyi arkadaş ya da sevgili denen şey niye mi var ? O üstümüze üstümüze gelen sorunların yükünü hafifletmek için mesela.Sadece ikinizin anlayabileceği esprilere saatlerce gülebilmek için mesela. İçinde bulunduğun çıkmazdan seni çekip kurtarabilmek için mesela..
Meselalar çoğalıyor bazen :(
Konu dışı bilgi :  "Bazenler çoğalıyor bazen" ler de tiwitır ve feysbuk da çoğalıyorlar ki onlar keşke yok olsa.
Yani sadece eğlenebildiğin, ya da sadece buluştuğunda yaşamında hissedebildiğin biriyle sağıklı bir ilişki inşa edebilir misn bilmiyorum..
Herkesin bişiler anlatmaya odaklandığı bu yeni dünya düzeninde, birinden nasılsın sorusunu duymayalıı ne çok oldu..Sadece anlatma odaklı yetişiyoruz çünkü. Açılın yoldan bencil bir nesil geliyor.
Sadece kendisi istediğinde, istediği kadar yakınlaşan insanlar olduk.
Teknoojiydi şuydu buydu. Tamam bu durumun temelinde yatan şeyleri açıklamada hepimiz mükemmeliz. Hepimiz her zamanki gibi çok biliyoruz. Peki ne yaptık, değiştirmek için ne yaptık eleştirmek dışında.
Kocaman bir hiç.
Sonra büyük büyük cümlelerle nerde eski bayramlar deriz. Eskiden insanlar birbirini düşünürdü deriz. Son derece samimiyetsiz buluyorum böyle tipleri. Gerçekten özleyenler ayrı...Bir de laf olsun diye konuşan tipler var onlara benim lafım!
Sen tüm aileni bir bayram kahvaltasında toplamaya çalıştın,onlar da gelmediyse, de eski bayramlar de, insanlık ölmüş de, akrabalık bağlarını gözden geçir. Ama hiçbir adım atmıyorsan söylediklerin anlamsız birer kelime yığınından ibaret oluyor.
Aylarca kendisi de mesaj atmadığı halde, sen mesaj attığında "oo hayırsız sen mesaj atar mıydın" diyen insan kadar itici oluyorsun böyle gözümde.
Eleştirmek kolay, kızmak, suçlamak kolay. Çünkü bu savunma mekanizması denen şey öyle bir anda devreye giriyor ki, sen söylesen ben yapardım, gelirdim, ederdimlerle dolu hayatlarımız..
Birinin bizi dürtmesi gerekiyor. Aman mazallah biz dürten kişi olmayalım, hep bekleyelim. O benden beklesin, ben ondan, şu bundan...Sürsün gitsin böyle kısır döngü.
Gerçekten sıkıldım. Birşeylerin sürekli benden beklenmesinden sıkıldım. Adım atmaktan sıkıldım. Egolarımdan sıyrılmış olmak adına  verdiğim adım atma savaşında yoruldum. Kimseye, hiçbir şeye adım atasım yok. "Ben olduğum yerdeyim sen gel, ama olduğun gibiysen gel"
Çünkü ben hep buradayım, yıllardır aynı merve olarak. Ya 7 yıldır her gün  aynı mekana giden insanım ben. Ne kadar değişebilir ki hayattan beklentilerim. Sadece biraz zamana ihtiyacım var... içimdeki her şeyden arınmalıyım. Kafamdaki akıl veren seslerden arınmalıyım. Herkes anlamalı yaşadığımın basit bir sevilme duygusundan çok daha fazlası olduğunu. Verilen emeğin bir anda unutulamayacağını, kötüyken yanlış kararlar almak istemeyişime herkes saygı duymalı..
Kimse anlamaz çünkü, o basit yorumlarını getirirler kendi hayatlarıyla kıyaslarlar ve seninki de sorun mu yaaa ben şunu şunu yaşadım diye konuyu bir anda kendi aptal hayatlarına getirirler tüm umursamazlıklarıyla.
Sen kıyamazsın, sevmesen de dinlersin, kalp kırmak istemezsin sonra o bir anda gelir seni öyle bir kırar ki. Kırgınlığın geçmez.."Al şu bardağı yere at ,tekrar eskisi gibi olabilir" mi diyen Ayşecik replikleriyle büyüdüysen hiçbir zaman geçmez hem de o kırgınlıklar..Gün gelir,içinde bastırdığın her şey su yüzüne çıkar ve sen bu kadarını taşıyamadığını hissedersin. İşte bundandır adım atmayaşının, umursamaz görünmenin sebebi.
Hiçbişi bilmeden,inandıkları dışındaki her şeyi saçma diye yaftalayan insanlar bence beni biraz yalnız bırakmalı. Olayı bilmeden etmeden yaptığınız tüm o klişe yorumlarınızı da kendinize saklamalı ha ?
Benim hayatım, benim kararsızlığım der giderim.
Şarkı mı ?
Hiç unutmam , çünkü müzik notaların bir araya gelmesiyle oluşan ses bütününde çok daha fazlası. Ruhun tamamlayıcısı resmen. E o zaman,
http://www.youtube.com/watch?v=uzR5jM9UeJA

10 Ağustos 2013 Cumartesi

kendinin farkında olmak.

Her şey, yaklaşık 1 saat önce otobüste gördüğüm minik bebekle başladı..Ben çocukları çok severdim..Yani ama hepsini dii, böyle minnak olanları..Biraz büyüyünce napıyım ben o bilmiş bilmiş konuşan büyümüşte küçülmüş varlığı.
Sonra birden alışkanlıklarım değişti, sevmez oldum bebekleri.. Bir de o bebeğin suçu yok ki, o masum diyen tipleri hiç sevmedim, sevemedim. Yine aynı tipler, dünyada annesiyle babası ayrılan ilk insan da son insan da sen diilsin diyerek daha da basitleştirirler kendilerini..Bi çocuk düşünün ki, bööööö dünyada ilk ayrılan bizimkiler diye zırlayan. (Düşünemedi )
Bir de, annenle babanı barıştırmak için bişi yapmadın mı diye soran amaçsızlar var ki, yukarıda bahsettiği insan tipinin türevi. Sen biliyorsun çünkü,biz bilmiyoruz!
Neyse, ben de biliyorum, annemle babamın ayrılmasına o bebek neden olmadı. Hatta bebeği bırak, adı dışında hiçbişeyini bilmediğim, görmediğim o kadın da neden olmadı ayrılmalarına..Olayı dramtikleştirmeye gerek yok, anlaşamadılar ayrıldılar da zaten ben şu an burda diilm.Hiç diilim..
Babamın, adlarını bile bilmediğim iki bebeği, beni tüm bebeklerden, baba-oğul görüntülerinden tiksindirdi. Hiçbirinin bana sevimli gelmeyişi bu yüzdendi. Seviyordum yine ama sanki sevmekten rahatsız olurcasına. Hemen uzaklaşıyordum..Taa ki bugün,dünyanın en tatlı bebeği olabilecek nitelikteki bebeği gördüğümde fark ettim. İçimdeki sonu gelmez nefret,kıskançlık beni olmak istediğimden, ya da yaratılıştan gelen sıcakkanlı mizacımdan çok uzaklara götürmüş.. Gerek var mı ? Hiç yok..
Allah insanları birbirinden o kadar farklı yaratmış ki..Bu sonsuz çeşitlilikte, ortaklıklarda buluştuğumuz insanları bu yüzden seviyor, onlara bu yüzden dört elle yapışıyoruz bence..
Ama yine feysbuk sayesinde kustuğumuz, bir söz var ki..Ben ondan hep kendimi bulmuşumdur. En eski ben biliyodum tamam mı siz bilmezken ben okuyordum o adamı :) Bir de böyle tipler var sahi, bizim dershanede de bir çocuk vardı, çiğköfte yemeye giderdik topluca..Çiğköfteyi ondan öğrendiğimizi idda ederdi. Yazık. Nasıl bir kaf dağında görüyorsa kendini..Böylelerinden sana sığınırım Ya Rab!
Gereksiz bilgileri de paylaştığıma göre, sıra -bence- insana dair en güzel özette :
 "Asında seninle vişne ile kiraz gibiyiz; uzaktan aynı, yaklaştıkça ve tattıkça farkı anlaşılan.."
Ne de güzel ifade edilmiş..Ruh eşim dersin,kardeşim dersin her şey dersin de tamamen aynı olamazsın işte.. Sadece belli paylaşımların ortaktır hepsi bu. O paylaşımlar azaldığında da, arkana bakmadan gidebilirsin. Aranızdaki bağ sadece ortaklıklardan ibarettir çünkü. Gidemiyorsan, alışmışsındır dostluğuna,aşkına,sevgisine..
Sonra o da geçer gidersin işte günün birinde ansızın..
Gidemediğin, sırt çeviremediğin tek şey varsa o da kan bağıdır işte..Ne yaşarsan yaşa, bazen öldürmek istesen de aranızdaki kan bağı seni bir şekilde yakınlaştırır..
Bugün bunu hissettim işte.. Çok değil, daha geçen kurban bayramında uzaktan babamla el ele görüp, eve gelip saatlerce ağladığım, kıskandığım o miniği, şimdi merak ediyorum sanırım.
Belki bu da gelip geçici bir his, otobüsteki o mükemmel çocuğun içimde bir anda oluşturduğu bir his sadece kimbilir..
Ya da iyi bir insan olmak, iyi bir evlat olmak için kendime bile itiraf edemediğim bir adım sadece..Babam dünyanın en iyi babası ve onu mutlu etmek için kendimi zorluyorum kabullenmeye belki.
Her neyse, hadi bunu da zamana bırakalım..
Zaman içimdeki nefreti, sevgisizliği, saçma sapan alışkanlık duygusunu her şeyi alsın ve arınayım..Tıpkı, Allah'ın insanı ilk yarattığındaki hal gib,i tertemiz olsun kalbim..
Daha önce de söylediğim gibi, tüm dışsal faktörlerin içimde oluşturduğu bu nefret dolu kalbi sevmiyorum ben. Siz de sevmeyin. Gerçekte olmam gereken kişi olana dek..
Neyse,
Hafif müzik dileyelim mi bu akşam ?
http://www.youtube.com/watch?v=fV4DiAyExN0



9 Ağustos 2013 Cuma

sebepsiz ve sonuçsuz denek hayatım.

Geçen yıl -bitmek bilmeyen Aksaray-Ankara yolculuklarımdan birinde- sapsarı düz bir arazi gördüm..Hep görüyordum ama bu kez daha bir başka gördüm. Bana hiçbişeyi sevme hakkı vermediler ben de o sarı araziyi sevdim :( 
O sarı arazi benim yaşamımdı. Ara ara gözüken tümsekler yaşam grafiğimin bir parçasaydı sanki. Yapmak istediklerm ve yaptıklarım kesiştiğinde o dağın zirvesindeydm Düzlükler ise yaşamımın sıradanlığını simgeliyordu.. Oysa bir de yapmak isteyip yapamadıklarım vardı ki, onlar beni en dibe, taa derine itiyordu. İşte tam da bu noktada şunu sorguladım. Yapmak istediklerini hiç düşünmeden sıralayabilecekken, neden uygulayamaz ki insan.. Neden maddi-manevi  bahanelere takılır ki.
Hep engeller var önümüzde çünkü..Üniversiteye bir kapak at gerisi tamam..Sonra mı ? Ah bir mezun ol da tamam her istediğini yaparsın..Eee her şey bitti işte, şimdi de sırada işe gir her istediğinialırsın,yaparsın,edersinler..
Hı hı yaparsın..
Tamam kabul, önümüze sunulan bu hedefler için yaşıyoruz..Ama hayallerin hedeflerinin gölgesinde kalıyorsa bu işte bir sıkıntı var...
Hayatı ertele, düşünmeyi ötele, çalışmayı ertele sonra da mutlu olmayı dile pastadaki mumları üflerken..
Benim tatlı hayallerim var gerçeklestiremediğim..Son derece sıradan, belki hayal diye nitelenmeleri bile komik..Belki benim hayal ettiğim yaşam,bir başkasının sıkıldığı,kaçmak istediği monotonlukta..Belki bir başkası da benim yaşamımı hayal ediyordur,kimbilir :) ( Hayallerimden hala günün birinde bahsedicem şimdi diil  )
İnsan şükretmeli..Allah tarafından kişiye özel olarak bahşedilen yaşamın güzelliklerinden faydalanmayı da bilmeli..Bu yüzden, bırak bunları yazıya döküp somutlaştırmayı, hissederken bile vicdan azabı çekiyorum. Kimler neler yaşıyor,benim dertlerime bak. Ama işte gerçekten herkesin sorunu kendine, biri aşk acısı çeker, biri ölüm acısı , bir diğeri bambaşka bir acı. Ve o an, dünyadaki en büyük sorun onun sorunudur, bilir gerçekte öyle olmadığını..Sadece içinde aşamaz birşeyleri..
Vicdan azabı..Bu duygu hakkında söyleyecek çok şeyim var. Sen ne berbat bir hissin öyle. Yemekten içmekten keser,zayıflatırsın insanı..Verdiğim kiloları neye borçluyum sanıyorsunuz hı !
Ya sadece varolan birşeyi söylüyorum, ama sonrasında onu insanların gözünde düşürdüğüm durum aklıma geldikçe içim daralıyor. Ne yaşarsam yaşayım,susayım diyorum ama olmuyor ki,elim sürekli birşeyler yazmaya gidiyor o sinirle..Ya da dinlenip dinlenmemeyi umursamadan anlatıyorum ilk bulduğum insana..
Bir çözümü olmalı. Ya ben şu aptal hislerimi kontrol etmeyi öğrenmeli,öfkeme yenik düşmemeliyim.. Ya da insanlar bu kadar bencil davranmamalı.
Bazen böyle yepyeni bir şehirde tatlı bi hayat kurasım geliyor..Ama böyle herkesten,herbişeyden kaçmak gitmek..Ve o şehir elbette İstanbul oluyor. (Bu hayaldaki ergenliği bulunuz)
Neyse,sonra gitmek istediğim için bile vicdan azabı çekiyorum. Nasıl bırakmayı aklımın ucundan geçirebilirim diye. İşte bu öyle bişi ki sen yönlendiremiyorsun, şıp diye aklına geliyor.
"Nasıl böyle düşünebilirsin" diye bi dünya yok! Olsa olsa dünyanın en amaçsız sorusu olur bu.
Düşünebilirsin, hatta düşünmem desen de düşünürsün önemli olan bunu davranışlarına nasıl yansıttığın. İşte sonuç olarak benimki de,  feysbukta sıkça gördüğümüz Can Yücel cümlesi, "Ben her bahar gitmek isterim, gittiğim olmadı hiç,ama olsun istemek de güzel" durumu.
Sadece yapmak istediklerim olsun e mi. Aman yapmayayım hiçbirini.
Tüm bu karamsarlıklar niye mi ? Ya da neyin mi korkusu bu ? Yapamadıklarımın, içimdeki o heyecanı,inancı,isteği birgün tamamen bitirmesinden korkuyorum. Daha da sıradan,dümdüz bir insan olmaktan korkuyorum..
Yeni yaşımın ilk bunalımını da paylaştığıma göre bana bb, Lana Del Rey'e hi ! :*
http://www.youtube.com/watch?v=941DmatcK8M



8 Ağustos 2013 Perşembe

24

Eskiden,çok eskiden iletişim ağları böylesine gelişmemişken insanlar birbirlerine mektuplar yazarlarmış.Tüm duygularını bir iki sayfacık kağıt parçasına sığdırmaya çalışırlarmış.. Çünkü söz uçar,yazı kalırmış :) Yazı,el yazısı insanın hislerinin yoğunluğunu anlatmada en belirleyici unsurmuş..İşte ben de beklediği bir mektubu alır almaz ağacın altına koşan insanın heycanından istiyorum bu ara. Böyle yaslanmışım arkama, bu keyif bitmesin dercesine okuyorum.. Sonra, tekrar tekrar okuyorum..Her bir kelimesinde kendimi buluyorum..
Bakıyorum ki tüm bunlar birer yanılsamadan ibaret..Ne mektuplar var artık, ne de bir kelimesiyle heycanlanmamı sağlayan insanlar etrafımda...Hiçbişi eskisi gibi saf ve masum diil çünkü..Hiçbir duyguyu belli etmeyen mesajlar,mailler var artık..Duygular,gizli kapaklı kimsenin o gerçek taa kalbinden gelen hissini bilemiyorsun...Senin hislerini de onlar bilmiyorlar..İçinde yaşadıklarına hiç ama hiçkimse ortak diil..Kötü günler geçiriyorum,kimse farkında diil..

Ben mi büyütüyorum gözümde, yoksa hayat mı kıymetsizleşti. Hayata yeniden tutunabilmek bu kadar zor olmamalı. Belki de, hayallerden sıyrılıp hayatın sıradanlığında yitip gitmek gerek bazen. Çünkü birşeyler oluyor, olmaya devam ediyor.Senin haberin bile olmuyor neden olduğundan. Kendince nedenler uyduruyosun zihninde, en kötüsü de sonunda sen bile inanıyorsun kendi bulduğun o uyduruk sebeplere. Kabullenmen zaman alıyor tabi, bu dönemde içine kapanıyorsun. Kimseciklerle konuşasın, itiraf edesin gelmiyor. Söylenen her bir kelime daha da gerçek kılıyor yaşananları ve senin tüm bunların gerçek olduğuna inanasın gelmiyor.Tam bu esnada, kendi karmaşana çare ararken, bir başkasının çaresizliğiyle değişiyor zihnindekiler. Tek sorunum bu olsun bak millette neler var diyorsun içinden.. Sonrası mı ? Tek sorunun o olmuyor.. Kötü kötüyü çekiyor ve her şey berbat gidiyor..

Tam bu noktada  o çok sevdiğim "küllerinden doğmak" sözü geliyor aklıma.. Doğamasan da doğmaya çalışmak bile yeter. Uçmasan da kanatlarını çırpmanın yeteceği gibi :)
Artık kendime inanmak istiyorum. Günün birinde bişiler başarabileceğime inanmak istiyorum..Etrafımda yine mi diye soran insanlar istemiyorum..Bu bana başarısızlığımı,kalıbından çıkamamışlığını hatırlatıyor..Oysa benim unutasım var tüm o başarısızlıkları,özlemleri,her şeyi..Amaçsızca geçmişiyle yaşayan bir tip olduğum için şu an mutsuzum çünkü. Geleceğin o bilinmezliğinde kaybolmak istiyorum. Hiçbişi düşünmeden, kimseyi umursamadan,sadece kendimi düşünerek yaşamak istiyorum..

Neden bu kadar çok isteklerimden bahsettiğime gelince, bugün benim doğum günüm... 24 yaşımdan gün aldım.. Koca kız oldum..Babanneme göre evde kalmışlığın yaşı bu..Babama göreyse 24 yaşında olmak bana hiç yakışmıyor..Onun minik fındığıyım çünkü..
Bana gelince, çocukken biri bana 24-25 yaşında olduğunu söylediğinde, hemen "küçük gösteriyorsunuz" yalanını söylemeye başlardım. Çünkü o kadar büyüktü ki bana göre o yaşlar. İnsanları mutlu etmeliydim.İşte gözümde bu kadar büyüttüğüm için hala 24 yaşında olmayı kabullenemiyorum. Ya da 24 yaşında olmanın birikimini hissedemiyorum belki..
Hiç geçmez sanırdım insanın doğum günündeki aptal mutluluk, hep onunla olur sanırdm..Geçiyormuş..Hiç mutlu hissetmiyorum bugün..Hatta öyle ki,yapmacık kutlamalara,yapmacık teşekkürler edeceğim şu gün geçmeli bi an önce..
Ha biliyorum,bazılarınız çok samimi onlar ayrı tabi :)
Kötü bir bayram geçirdim.. Bayram ruhunun olmadığı, o gereksiz ama tatlı koşuşturmaların olmadığı boş bir  bir bayram geçirdim..Ve mutsuzum işte.. Her ne kadar geçmişi özlediğim için hayıflansam da, ben tüm ailemin bir arada olduğu o eski bayramları özledm..
Konudan konuya geçtiğim bu yazı da bitmeli sanırım artık..Hayatımın en bilinçsiz dönemini yaşadığım şu günlerin son bulmasını diliyceeem yarın akşam pastamı üflerkeen artık bi  24üm ve buna göre yaşamalıyım çok radikal kararlar aldım beyler bayanlar, dağılıııın :)

Hadi tatlı tatlı şarkı dinleyerek uyuyalm. http://www.youtube.com/watch?v=Lxc3O4mQV74