23 Aralık 2013 Pazartesi

Merve YILDIZlar tükenmez :)

İçinde bir yerlerde hep varolan, ama ancak O'nu tanıdığında vücut bulan insanlar vardır. Sanki öbür yarın gibi. Olmak istediğin ve gerçekte olduğun hep farklıdır hani..Senin sorumsuzluğunun aksine, sorumlu, senin kötü niyetli olduğun yerlerde sana sakince düşünmeyi gösteren, içindeki en iyi tarafındır..Gerçekte olmak istediğin kişidir..
Öyle güzel, öyle başka tanımlar ki arkadaşlığı..Kafandaki tüm o arkadaşlık tanımlarını yıkıp, yepyeni bir tanım getirir yaptıklarıyla,yapamayıp yapmak istedikleriyle..Düşünmeye başlarsın o yokken nasıldı acabayı..Kimsenin bu denli iyi olamayacağına dair inancın birden yıkılıverir.
Bundan tam 4 yıl önce, biz birbirimizi tanımazken isimlerimiz birbirini tanımıştı. Öyle aynıydı ki :) Kocaman dünyanın aslında nasıl küçük olduğunun en güzel örneğiydik biz Merve YILDIZlar. O iyi,sevimli,sıcakkanlı ve sakin olan, bense bunların tam zıttı olan işte.. Hesap kartlarımızın karıştığı,kredi alacağımız ilk gün, ben kendi paramı çektiğimi sanarken, o şaşkın gözlerle boş atmye bakakalmış :) Böyle başladı tanışmamız..
Sonra, 1 yıl sonra, soğuk yurdun sıcacık bir odasında kesişti hayatlarımız.Gerçek tanışmamız :) 
Hayatı kolaylaştıran yapısını fark ettiğimden mi, yoksa gerçekten ihtiyacım olduğundan mı bilinmez, ilk iyiliğimi istemiştim ondan o gün oracıkta..Tüm samimiyetiyle gülümsemiş ve ricamı yerine getirmişti. Canım Mervem..
Aynı odada olmanın gerektirdiği soğuk merhabalara, samimi gülümsemelerimizi katıp, aramızdaki görünmez duvarı yıkıverdik aniden..Ve ben sonraları aynı odada,birbirimize yakın olmadan geçirdiğimiz her bir dakika için üzüldüm, durdum..
Yaşamadıklarını, sanki yaşamışcasına hiç yadırgamadan dinleyen,anlamaya çalışan benim güzel Mervem..
Sana dair yazacak o kadar çok şey var, özlemime dair yazacak hiçbirşey yok. Öyle tarifsiz,öyle çok özlüyorum ki, zamansızlığın içinde birbirmize ayırdığımız o özel anları..Uzun konuşmalarımızı..Seni tanımlayan en güzel kelime olan iyiliğinle,bana örnek oluşunu..Çok çok çok seviyorum seni. Böyle inanılmaz çok.
Ve işte bugün senin doğum günün.İyi ki doğmuşsun, iyi ki benim yaşamıma doğmuşsun o güzel gülüşünle. Aramızdaki mesafelerin,mutluluğunu paylaşmama engel olduğunu sanıyorsan,yanılıyorsun :) Ben geçen yıldan kalan,doğum günü fotoğraflarımıza bakarak kutluyorum burda doğum gününü ve elbette her baktığımda o günleri yaşıyormuşcasına hissettiğim diğer fotoğraflarımıza :) 
Nolursa olsun, nerde olursak olalım, her an,her dakika konuşamasak da hayatının bir köşesinde hep varolmak dileğiyle.
Musmutlu yıllar adaş ve soyadaşım :)
Senin de en sevdiğin şarkılardan biridir,bilirim : http://www.youtube.com/watch?v=Y1R7OHR2PEk 























20 Aralık 2013 Cuma

The Four Seasons

Bazen çok konuşuyorum..Çünkü inanmak istemiyorum tüm bu olanlara, kendi bayat cümlelerimle ağrıyor başım...Bazen de hiç varolmayan cümlelerimle içselleştiriyorum hayatı..Düzenli periyotlarla sorguluyorum yaptıklarımı ve yapmak istediklerimi.
Sonra zaman geçiyor, bir hayalin peşinden sürüklenip gittiğimi fark ediyorum. Sırf hayal ettiğim o an için yaşıyorum  hatta. Düşüncesi bile içimde bir yerlerde kelebekler uçurmaya yeterken, benliğimi şefkatle saran bu sevinç,bir endişeyle gölgeleniyor. Sanki bir felaket beni takip ediyormuşcasına ürperiyorum.
Nitekim öyle de oluyor. Artık hayallerimde bile kendim olamıyorum çünkü mutluluğum hep aynı kişi tarafından baltalanıyor. Kendi mutluluğu için, etrafındakileri umarsızca kıran birinden beni düşünmesini beklemiyorum elbette artık.. Bilmiyor o  "mutlu olmak için mutlu etmenin yeteceğini",çünkü o ve onun gibiler müziğe kulak vermeyen popüler kültürün esiri olmuş zavallılar..
Oysa müziğin sakin ve güvenli kollarına kendini bıraktığında, tüm kötü düşüncelerinden, bencilliğinden sıyrılıp kendi düşler alemine dalarsın.
Rengarenk çiçeklerle dolu bir sokağın köşebaşında fransız kesim sandalyerden birinde kahvemi yudumlarken hayal ediyorum kendimi. Yanımda kimse olmadan, bir başıma saatlerce oturuyorum oracıkta.Az sonra burnuma pasta kokuları geliyor. O koku öyle başka ki, yediğimde aynı lezzeti alamayacağımı biliyorum. Çünkü  hayatın tüm alanlarında geçerli bir olay var : beklentin yükselince aldığın verim minumum oluyor
Derken, müzik bitiyor ve  tüm bunların hayal olduğunı fark ediyorum. Modern zaman cafelerinden birinde, nargilemi içerken buluyorum kendimi. Leş gibi bira kokularının arasında ne işim olduğunu sorgularken,dumanlara boğuyorum kendimi. Sanki her bir nefes beni gerçeklerden uzaklaştırıyormuş yanılsamasına kapılıyorum yaprakları dökük savunmasız dalları izlerken. Güneşin o güzel kızıl ışıklarını yansıttığı bir manzara hayal ediyorum güneşin çıplak toprağa tüm sıradanlığıyla yansımasını görmemle yine uzaklaşıyorum hayalden.  İşte tam o noktada hayatın mevsimsel geçişlerden hiçbir farkı olmadığını görüyorum. Duygularınla yaşıyorsan hayatı dolu dizgin, muhtemelen dört mevsimi de görüyorsun.
Ama eğer mantığınla yaşıyorsan, üzgünüm yalnızca iki mevsimi görmeye mahkumsun ki onlar ilkbahar ve sonbahar oluyor.
 Hep söylediğim gibi, mantıksal çerçevede asla canın yanmaz.İlkbaharın yaydığı kalp kıpırtısı gibi tatlı ama eksik, sonbaharın hüznü gibi geçici bir dünyan olur.. Ama mutlulukta da asla doruklara ulaşamazsın. Tercih senin tabi.
Ben baharları çok severim, ama sadece bahar derseniz ben yokum. Ekim de bahar Nisan da. Eylül de bahar Martta. Ekimleri hiç sevmem.Mutsuz hissettiğimde muhtemelen Ekimdir. Ve sen eğer Ekimi seviyorsan biz birbirimizden çok uzağız demektir.
Nisan ve Eylülün diğer tüm aylardan nasıl başka olduğunu fark ediyorsan, ve Ağustosu bu ayların içine almıyorsan doğum günümü unutmuşsun demektir. Ağustos da bir başka güzeldir hani :)
Güneşin alevlendirdiği Temmuz yerine, karın kalbimiz kadar beyaz sayfa açtığı Şubatları seviyorsan  benim gibi mandalinayı da seviyorsundur. ("oku adam ol baban gibi eşşek olma " noktalama işaretsizliğinde bir cümle oldu )
Demem o ki, hayatı yaşamaktan kaçmamak lazım. İyisiyle kötüsüyle sıcağıyla soğuğuyla iliklerine kadar yaşayacaksın ki, geriye dönüp baktığında yap(a)madıklarının pişmalığında boğulmayasın.
Mevsim demişken, mevsimlerden sonbahardayım diye bir şarkı vardı yaşıtlarım bilirler. Çocukken ne anlıyormuşuz da seviyormuşuz öyle şarkıları bilmiyorum ama benim için hala çok özeldir.
Yine mevsim demişken, hayatının baharında betimlemesini de hiç anlamam. Nedir yani o bahar ? Mazallah Mart ya da Ekim baharıysa ? Umarım Eylül baharı kastediliyordur.
Eylül gibi baharı tam olarak tasvirleyen başka bir ay daha yoktur sanırım. Ne tatlı, ne başka, ne olması gerektiği kıvamda bir aysın sen Eylülcüğüm. Ve ben seni bu kadar çok seviyorken,kızım olursa adını Eylül koymam çok olası.
Mevsimsel insan analizi yaptığıma göre, eğer uslu çocuklar olursanız birgün şehirsel insan analizimi de görebilirsiniz.
Dört mevsimi de yaşayabilmek dileğiyle,dinleyiniz : http://www.youtube.com/watch?v=KOpaI-wmN7w

                                                                                                           

                                                                                                                           










15 Aralık 2013 Pazar

özitiraf

Artık son raddeye ulaşan (u)mutsuzluğum yüzünden, yaratılışımdan gelen kuvvet derin bir uykuya dalmış olmalı.Güçsüz hissedişimi ancak böyle açıklayabiliyorum.
Yıllar öncesine dönüp bir insan ruhunun tadabileceği en olağanüstü mutluluğu hissedebilir miyim tekrar ? 
Koca bir gelecek varken önünde, geçmişten kopmak neden hep böyle zor? 
Bu çileklerden hangisi daha büyük ? Peki ya krema nasıl böyle güzel kokar? Dr. otker böyle saçma reklamlar yapmayı neden bu kadar çok seviyor? (Reklamlara değinmeden yapamıyorum)
Aslında ben pis değilim sadece dağınığım savunmasıyla zeki ama çalışmıyor arasındaki bağlantıyı kurabilmek kadar basit bazen hayat. Bunların bir kabullenemeyiş olduğunu fark etmek tüm mesele.
Her şeyin en iyisini yaptığımıza dair inancımız ve biz.. 
Bu mutlak bir inanç. Kimi belli eder, kimi içinde yaşar ama artık çok eminim herkesin böyle hissettiğinden. Eğer aksi olsa, yanlışlarımızı görüp aslında her şeyi doğru yapamayacağımızı fark edip bu doğrultuda atarız adımlarımızı. Ama bay/bayan mükemmel olma çabamız ya da böyle hissediyor olmamız bizi kendimize karşı bile samimiyetsiz kılıyor. Ve asıl yalnızlık burda başlıyor.
Toplumsal çerçevede bakıldığında, yalnızlığın tanımı ortaktır. Kalabalığın içinde yalnız olmak tasviri de öyle.Ki  klişeleşmiş olsa da güzel bir tasvirdir bu. 
Ama derin gözlemlerim sonucu fark ettiğim birşey var ki o da,insanın kendi içindeki yalnızlığı. Üzerine sayfalarca yazılabilcek kadar derin öte yandan kelimelerle ifade edilemeyecek kadar soyut.
Başkalarını tanımak ve onun yaşadıklarıyla ortak paydada buluşmak.Ve bu yüzden kendi arzularını, kendi korkularını bir başkasının anlatışında, zihninde oluşan çağrışımlarla fark etmek. Bu kendine yabancı olmak değildir de nedir ? 
İnsan önce kendini tanımalı. Bir başkasına değil kendine doğru bir keşfe çıkmalı. Adına aşk denilen o dünyadaki en saçma hissin benliğini ele geçirmesine izin vermemeli. 
Görmek istediğin yerden bakınca hayata,  en iyi anlaştığını düşündüğün kişinin aslında seni hiç anlamadığını, anlamak gibi bir isteğinin bile olmadığını fark etmek yıllarını alıyor..Upuzun yıllar..
Sonra bir kabullenemeyiş başlıyor ki..
Etrafında seni merak eden, söyleyeceğin her kelimeyi özenle dinleyen insanlar gördüğünde kabullenmek zorunda kalıyorsun gerçekte olanla, görmek istediğin arasındaki o derin uçurumu.
Hiç tanımadığın bir insanın seni mutlu etme çabası ve sözde en yakınlarının serzenişlerini duymayışı arasındaki o çelişkili düzlemde sendeliyorsun. Yıllarca cevabı bulunamayan, merak ettiklerinin seni merak etmeyişi olgusunu tam da kendi hayatındaki olaylar silsilesiyle yaşayarak öğreniyorsun. Tabiki niyesine bir cevap bulamadan..
İnsan ilk önce kendini tanımalı. Doğrusuyla yanlışıyla, yaşadıklarından ya da yaptıklarından utanmadan, kimseye olmasa bile kendine itiraf edebilmeli hislerini. Her şeyi mükemmel olma kaygısıyla yapıyor olmak, en kötüsü buna kendini inandırmak seni doğru biri yapmaz.Hata yapmaktan kaçmak yerine, yaptığın hataları sahiplenmek seni sen yapar. Çünkü kabullenmediğin hiçbir şeyi değiştirmeye çalışmazsın, çünkü senin hatan değildir o. Oysa kendini gerçekten tanımak, ve özitiraflarda(1) bulunmak çok daha huzur verici kaçmaktan. 
Hatasını kabullenmeyi bırak, hata olduğunu bile fark etmeyen insan en zayıfıdır. Kendini tanımayan insanaysa sıfat bile bulamıyorum.
İnsan hatasını fark ettiği sürece özel, sonrasında pişmanlığını yaşadığı sürece güzel..
Özel ve güzel olmak dileğiyle.
Açıklama :
1. Benim bulduğumu sandığım, buna inanmak istediğim, insanın kendisine, kendisiyle ilgili yaptığı itirafı tanımlayan söz.

14 Aralık 2013 Cumartesi

zamanın ruhu terk ediver dünyayı.

Hiçbişi yapmadan,yapamadan sadece için için üzülerek, ağlayarak izlediğin bir dünya. Bilinmeyen, hep daha çekici olduğu dünya..
Dışardan bakıldığında bariz ortada olan bir gerçeği görmek nasıl, niçin bu kadar zor ? Elindeki imkanlardan, çok daha azı bile olsa, o yeni ya, keşfedilmeyi bekleyen yeni bir dünya ya, bir daha asla bulamayacağın, kimsenin sahip olamayacağı elindeki o şansı tepiyorsun. Sahip olduğun olabileceğin, en değerli şeyden vazgeçiyorsun. Hem de ne için? Yeni bir dünya için(!) Ama ne dünya...
Sonra her şeyini kaybediyorsun. O dışardan bakılınca iyi aile babası gibi gözükme çabanı, aslında olmayan ama senin varolduğunu sandığın itibarını bir anda dünyanın en en en saçma kadını yüzünden yıkabilcek kadar kör oluyorsun.  Ve işte ben bunu anlamıyorum. Nasıl olur da bir erkek, sadece bastıramadığı libidosu için hayatını bütünüyle değiştirecek kadar gözü pek olur ? Yok olamaz ya, olmamalı. Bir tek sende mi var o hormon ? Bastıramadığın nefsine getirdiğin en basit açıklama olmasın bu ?
Bir kadın düşün, sırf erkeğinin o bastıramadığı duygularını tatmin edebilmek için, temizliğe gidip, bütün gün deli gibi çalışıp kazandığı parayla kendine bakım yapan.
Bir genç düşün, 16 yaşında hayatı tam da yeni keşfediyorken tüm bunlara şahit olan..
Bir çocuk düşün ki henüz 2.5 yaşında bu yaşananlardan bihaber mışıl mışıl uyuyan...
Az önce öğrendiğim olaylar sebebiyle, tüm erkeklerden nefret etmeye başladım. İradesizlik tam olarak bu başka bişi değil.
İçim acıyor,ruhum daralıyor duyduklarımdan sonra.
Zaten yok olan güvenim bu kez hemcinslerime karşı da kırılıyor.Kandırılmış hissediyorum kendimi. Sonra düşünüyorum kimse bu kadar kötü olamaz,inanmak istemiyorum..
Yıllarca inandığın şeylerin bir anda değiştiğini kabullenmek çok zor çünkü.
Sonra kendi yaşamıma bakıyorum. Daha önce kandırılmamış gibi, sanki ilk kez yaşıyormuşcasına yoğun bir kızgınlık hissetmemi anlamlandıramıyorum.
Ben değil miyim yıllardır güvendiği, en azından güvenmeye çalıştığı biri tarafından kandırılan. Spordan ve futbolculardan anlayamayışımın bedelini en ağır şekilde ödeyen..
Bir İskender Pala'nın kitabında anlattığı ve anlatırken benim gözlerimin dolduğu o özel gecenin tarifine bakıyorum, sanki gerçekte oluyormuşcasına duygulanıyorum.. Bir de gerçekte olana.
Sırf bastıramadığı duygular yüzünden, erkeklik hormonunun arkasına sığınılıp yapılanlarla söylenenlere..
Sex sadece erkeğe özgü bir eylem ya da istek değil keşke herkes bunu fark etse. Eğer öyle olsa tek başına yapılan bir eylem olurdu değil mi ?
Tiksindiğimi hissediyorum.. Tüm erkeklerden, arzularının önüne geçemeyen tüm kadınlardan. Keşke zina medeni kanundan hiç çıkmasaydı demek geliyor içimden, sonra sözde teokratik cumhuriyet olan irana bakıyorum ne değişirdi ki diyorum..
Bu dünyaya çocuk getirmek istemiyorum diyen entel ablalarımızı, ve onlara katılan ıssız adamlarımızı hiç anlayamadım. Düşünürken bile içimi kıpır kıpır yapan o minik meleklere sahip olmak istemeyiş nasıl bir kalp katılığı, nasıl bir negatifliktir diye düşündüm durdum. Bir şeylere isyan gibi geldi bu söylemler.
Şimdi, hayatımda ilk kez ben de korkuyorum. Ben de, her geçen gün çirkinleşen bu dünyaya çocuk getirmekten, ona belli değerleri verememekten, birgün onunla yapayalnız ortada kalmaktan, ona ve kendime sahip çıkacak gücü bulamamktan korkuyorum.
16 ve 3 yaşlarında iki çocuğuyla bir başına kalan canım ablam bilseydi başına bunların geleceğini, tam 17 yıl sonra böyle büyük bir çaresizliğe düşeceğini bilseydi evlenir ve bir de çocuk yapar mıydı ? Hiç sanmıyorum.
Yaratılışımızdan gelen garanticilik sonunu bildiğimiz bir hatayı yaptırmazdı bize. Hata da değil bu aslında nerden bilebilirdi ki yıllardır güvendiği adamın bambaşka biri olduğunu.
İşte bu yüzdendir, Allah'ın bize gaybı bildirmeyişi..
Birileriyle konuşmanın, onun hayal dünyasını keşfetmenin, içinde biriktirdiği her bir hissi anlamlandırmaya çalışmanın müthiş hazzını yaşayamayan, sadece hormonlarının peşinden giderek nerde güzel/yakışıklı görse hayvani duygularıyla peşine düşen kızlı erkekli insacıklar ;hayattan alabileceğiniz tek keyif buysa siz gerçekten zavallısınız.
Alın beni atın eski çok eski zamanlara. Yanlış şeylerin böylesine arsızca ayukka çıkmadığı, birazcık hayanın olduğu zamanlara..
Kendi zaman yolculuğuma çıkıyorum şimdi, dünyanın bu kadar kötü olduğunu bilmediğim zamanlara gidiyorum beni o zamana götürcek en özel şarkılardan biriyle.
http://www.youtube.com/watch?v=brkSxQpnTqI






7 Aralık 2013 Cumartesi

Bugün orada da cumartesi mi.

Yapamadıklarının seni hayattan soğuttuğu, hayallerinin ise hayata daha sıkı bağlanmanı sağladığı ince bir çizgi vardır hani. Zaman zaman yer değiştirirsin ama sonunda hep o hayal dünyası kazanır. Saçma sapan hayal dünyan ve sen. İçinde yaşadığın dünyanın dışında, sadece senin bildiğin, senin hissettiğin, düşünürken bile içinde kelebekler uçuran hayallerin ve yalnızca sen...
Şans..Kendini istenmedik gözlere göstermeyen evrene gönderilen pozitif bir mesaj bence! Artık eminim.
Şanssızlığın dayanılmaz bir hale geldiği zamanlar, dünkü mutluluk ve bugünkü umutsuzluk arasındaki derin tezat yarın için adım etmeni engelliyor, böylesine negatifken de ne evren fayda ediyor, ne de şans. Tam durağa giderken otobüsü kaçırıyorsun sonra..Akisilikler peşi sıra geliyor falan.
Yaşanılan küçük olaylar,şansa dair inancın yitirilmesi insanın ruhunu garip bir telaşa sürüklüyor.
Demek ki artık karar vermek gerekiyor,bütün küçük küçük alışkanlıklar,bütün o dostlar tesirini kaybediyor.
Yapayalnız kaldığında düşünüyorsun yaşam amacını, gerçekten ne olmak istediğini,kim olmak istediğini artık 18 yaşında tek serveti arkadaşları olan, tek keyfi arkadaşlarıyla doyasıya zaman geçirmek olan bir genç kız olmadığını fark ettiğinde ise, 23 yaşındaki bir ruhtan çok daha ölü olduğunu görüyorsun. Oysa bu saçmalığın dibi!
Ben hep yaşın gerektirdiği gibi davranmak gerektiğine inandım. Bu yüzden küçükken büyükmüş gibi davranan çocukları hiç sevmedm. Büyümüşte küçülmüş derken, hep bir soğukluk sezdim içimde. Genç kız olup çocuk taklidi yapanları da hiç sevmedim. Sevimli falan değilsiniz, aptal gözüküyorsunuz ,bilin bunu ! Yaşını başını almış ama hala genç kız gibi giyinen kuşanan anneleri de sevmedim. Sen annesin yani boyun kadar kızın var o tayt da neyin nesi! Her şey zamanında güzel. Her şey olması gerektiği formda olunca güzel.
Bu yüzdendir ki, şu an bunları yazıyor olmam kötü. Son derece kötü.Henüz 23 yaşındayım yahu. Yaşıtlarım gibi sadece eğlenceden ibaret olan bir hayatım olmalı.
Babam hep "musluk akarken kova doldurulmalı" der. O bunu daha çok maddi amaçlı bir öğüt olarak verir aslında. Ve ben de bir ebeveyn öğüdü olduğu için hiç de kulak kesilerek dinlemem. ( Kulak kesilmek deyimini ilk kez cümle içinde kullanıyorum, ilkokuldaki öğretmenime burdan sevgiler)
Sonraları niyeyse anne- babamın söylediklerini ciddiye alıp yorumlamaya başladım. Musluk akarken doldurmak..
Kendimce pek çok anlam yükledim bu cümleye..Geç kalmış hissettim hayata, birikim yapmak için çoğu şeye çok geç kalmış hissettim. Aylardır bu böyle.
Şimdi düşünüyorum da, neresi geç 23ün? Eskiden işini,evliliğini oturtmuşluğun yaşıydı bu evet. Annem benim yaşındayken 5 ve 3 yaşlarında nur topu gibi iki kızı vardı evet. Bu arada kendi adıma nur konusunda şüphelerm var da top konusunda eminim. Tosunmuşum maşallah. Sanki burun ve kulak gibi uzuvlarım şimdiki haliyle doğmuş ve ben büyürken onlar sabit kalmış :) Tamam kendimle barışık gözükmek adına özeleştirimi de yaptığıma göre, değmeyin keyfime :) Özgüven patlamasayım ben. Sen sen sen hepiniz egosunuz, ama en büyük ego benim diyen tiyatrocu Umut beyefendiye selamlar olsun! Üzgünüm, tiyatrocu olmuşsun ama adam olamamışsın.
Her neyse. 23 geç falan değil orda bir anlaşalım. Daha mini miniciğim ben yavyuuuum :) ( İnsan kınadığını yapmadan ölmezmiş ya, bu da onun kanıtı olsun ben de aptal bir genç kızım artık oley)
Toplumsal bir yaraya parmak bastığıma göre, şimdi birazcık kendime dair yazasım var.
Özlemek ve adım atamayacak kadar kırgın olmak arasında bir yerlerdeyim. Merak etmek, merak edilmemek arasındaki öfkedeyim. Herkes benim gibi düşünmek zorunda değil, herkes ben olmak zorunda hiç değil. Ama bu arkadaşlık , bu samimiyet, bu çok zor oluşan gerçek bağ bence biraz anlayışı hak ediyordu. Böyle mi olacaktı böyle mi olacaktı tanrım suçumuz neydi :( Yıllar sonra dağılan hayatlarda mı karşılaşıcaz yani. Hayır uyandırın beni bu kabustan!
Durumu daha nasıl ajite edebilirim bilemedim, ama gülerken düşündürdüysem ve bunu okurken sana yazdığımı anladıysan biz gerçek dostlarız demektir. En mutlu anlarınızdan biri olan o gün yanınızda olmam gerekiyordu belki, ama hayatımın en zor sınavlarından birini verdiğim o gün benim de yanımda olunmalıydı.
Aklımın bir köşesini meşgul eden, kabullenemediğim bu tatsız olaya da değindiğime göre...
Ne diyordum ben, musluk akarken doldurulmalı. Ama en önemlisi, karamsarlığın musluğun aktığını görmeye engel olmasına izin verilmemeli!
Bir Merve klişesi der ya hani : İnsan kendini modlara sokuyor, ve inanmak istediğine inanıyor diye. Aylardır içinde bulunduğum karamsar ruh hali, etrafımdaki tüm güzelliklere kör etmiş beni. Eskiden güneşli birgün içimi ısıtmaya yeterken, şimdi en büyük hayalimin gerçekleşmesi bile mutlu edemiyorsa beni, ben ben olmaktan çıkmışım. İnsan kendini özler mi ? Ben özlüyorum. Eskiden hissettiğim o huzuru, içimdeki bitmek bilmeyen neşeyi kendim olmayı özlüyorum. Tipik insan pskolojisi işte. İyi olan her şeyi benimserken, kötü olan şeyleri reddediyor. Ben de reddediyorum. Bu ben değilim, olmamalıyım.
İnsan hayalleriyle güzel, insan hayallerinin peşinden gittiği sürece,kendinin farkında olup hayatınıı buna göre şekillendirdiği sürece mutlu..
Ve ben hala mutusuzum.En güzel yaşlarımın, ruh halimin hava şartlarıyla şekillenmesine izin verdiğim için kızgınım kendime. Mesela bugün yeni kararlar alarak başladım güne. Ama şu an hava berbat. Tıpkı geçen yıl gördüğüm rüyadaki o gün gibi iç sıkıcı. Ve bu yüzden umut dolu başlayan günüm yine kendini bok gibi bir güne bırakıyor. Bana da gibilerle yaşamak kalıyor hayatı. "Mutlu gibi, umutlu gibi, bir düşte gibi.."
Az önce pencere önünde yağmuru seyrederken buldum kendimi. 90larda yaşayanlar bilirler, Sıdıka diye bir dizi vardı. Sıdıka ben olmuşum haberim yok :( Başka hayatları seyrederek geçiyor ömrüm. Kendi hayatımın bile başrolü değilim artık, figüranıyım. Gerçi sıdıka başroldü o zaman ben de başrolüm. Biz aslan burçları böyleyizdir işte illa başrol olcaz :)
Genellememi de yaptığıma göre, bu yazı artık bitebilir. Benim için çoktan bitti zaten. Pazar tatsızlığındaki bu iğrenç cumartesi günü yapılabilecek en güzel şeyi yapalım hadi. Hazır yağmur yağarken bu şarkıyı paylaşmanın da dinlemenin de tam zamanı.
http://www.youtube.com/watch?v=5-juDiDTYfw