3 Şubat 2019 Pazar

Adsız Yazı

Dünyayı keşfetmeye kendisinden başlamalı insan..
Nelerden hoşlanır, neler midesini bulandırır, hangi zamanlarda kimsenin onu duyamayacağı bir yerde avaz avaz bağırmak ister bilmeli.
Bilmeli ki, kendi farkındalıklarıyla gözlemleyebilsin yaşamı, başka tecrübelerle değil..
Tüm bunları düşünürken, dünyanın bir ucunda yürüyordu.. 
Sokakların nerede başlayıp bittiğini bilmeyen, zavallı bir turist gibi , insanlarca belirlenen önemli noktaları, tarihi , kültürel yerleri gezmeyecekti bu kez..
İnsanların beğenilerine göre puanladıkları restoranlarda yemek yemeyi sevmez, keşfettiği küçük bir dürümcüde daha çok lezzet hissederdi.
Ah keşke bir dürüm olsa diye geçirdi içinden..
Dış sesi, vizyonsuz dünyanın bir köşesinde alışkanlıklarını istiyorsun dedi tüm acımasızlığıyla.
Bunun gibi , ne zaman bir şey düşünse içinden, dışından sesler duyardı. 
Bugüne kadar maruz kaldığı kimselerin o yargısal sesini.. Hiç umursamadığını düşündüğü, bazense doğrudan onu bile ilgilendirmeyen yargılar en alakasız bir zamanda vücut bulur, gölge gibi takip ederdi onu. 
Kendi gölgesinden korkan biri olarak, gölgeleri sevdiği söylenemezdi. 
Buna bir son vermeliyim dedi şehrin sokaklarında kaybolurken. 
Bunca düşünceyle o kadar yürümüştü ki, nerede olduğunu, saatin kaç olduğunu unutmuştu. 
Gerçi çoğu zaman günleri bilmez, sadece kişilere ve eylemlere göre adlandırırdı onları.
Bugün ev günü. 
Bugün tek başına kahve içme günü..
Bugün sayfalarca okuma günü..
Bugün aile günü..
Aile mi vardı gerçi..
Bazen de hislerine göre tanımlardı günleri..
Bugün kimsede varolmadığımı hissettiğim gün..
Bugün korkularımla baş başa kaldığım gün..
Bugün samimiyetsizlikten midemin bulandığı gün..
Bugün hayatta en yalnız hissettiğim gün...
Eh bugüne bir isim bulmak istese, yeni gittiği bir şehri gezer gibi değil,yaşar gibi hissetmek istediği gün diyebilirdi..
Kısacık ifade edemezdi ki hiçbir şeyi zaten. .
Sıkılmıştı. 
Dünyanın neresine giderse gitsin, onu terk etmeyen korkuları vardı. 
Böyle hissetmesi için kendince sebepleri çoktu. Oysa yakın çevresindekiler , o bunları anlatmaya çalıştığında, kısa cümleler kuramadığından mı bilinmez, sıkılırlar ve “sana öyle geliyor” diye kestirip atarlardı. Otorite onlardı çünkü, yanlış düşünense hep sen..
Ona öyle gelmiyordu. 
Herkes anlatıyor, herkes ilgiyle dinlenmenin , sevilmenin hazzına varıyordu. 
Onu dinleyenler de olmuştu elbet.. Yaralarını, kabuk bağlamasını beklemeden sıcağı sıcağına gösterdiği bile olmuştu.
Bir süre sonra, 
O insanların yaralarını gördüğünde , bunu hatırlatacak en ufacık bir harften , bakıştan veya mimikten kaçınırken,insanlar hatırlatmak için sanki ,uzun cümleler kuruyorlar gibi hissetmeye başladı. 
Sessizleşti.
Çok istedi, sessizlikte anlaşabilmeyi. 
Dünyayı bile başkalarının tecrübeleriyle gezen insanlara, ruhumun en derinliklerini keşfet dese ne çıkardı ki, tek bildikleri yoldan, senin kendini anlatabildiğin kadar olan kısımdan , seni tanıdıklarını zannetmeye devam edeceklerdi..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder