2 Ocak 2014 Perşembe

Friends will be friends!

Otogarlar diyorum, dünyanın en ilginç yerleri olabilirler. Birinin mutluluktan gözlerinin parlamasıyla eş zamanlı bir başkasının gözlerinden süzülenler. Kafanı çevirmenle saniyesinde değişen insanlar.
Umutlar, umutsuzluklar...
Yeni bir kente gidecek olmanın verdiği heyecan, ve hemen sonrasında bir korku.
Tanıdığın ve sevmediğin bir şehre gidecek olmanın üzüntüsü,hemen sonrasında kendine bile itiraf edemediğin bir özlem taa derinlerden.
Yolculuğun başlaması demek, anılardan koca bir demeti açmak demek. En ince ayrıntısıyla, çok yönlü düşünmek demek.
Arkadaşlar mesela, aslında bir yolculuktan farksızlar.Başladığında yeni umutlara, mutluluklara gebeyken, birgün mutlaka bitiyor. Sadece yorgunluk kalıyor geriye. Ve bu yorgunluk, öyle kahve içmeyle de geçmiyor.
Hatta daha da özlüyorsun kahveni içerken.
Bir an önce kendini evine atıp, hatıra kutunu açmak istiyorsun.Öyle bir duygu yoğunlu ki bu, hazır olduğunu sanıyorsun yüzleşmeye. Yoksaymanın sadece içindekileri ertelediğini fark etmenle değişiyor zihnindekiler oracıkta. Gidiyorsun ve açıyorsun. Eski mektupları okuyorsun, her bir hediyeye uzun uzun bakıyorsun. Kırıldı sandığı küpenin aslında orda seni bekliyor olduğunu görüyor büyük bir özenle takıyorsun kulağına şans getireceği düşüncesiyle. Derken, takmanla kaybediyorsun. Bu kez eskisinden daha büyük bir mutsuzlukla, inancını yitirmişcesine sorguluyorsun.
Eskilere gidiyorsun böyle 6 yaşında minnak bir kız olduğun zamanlara. Kırmızı önlüğün, annelerin birbirleriyle yarıştığı ve senin bu yarışta sadece bir aracı olduğun dantel yakan, ve elbette öğrenciyi öğrenci yapan beyaz çoraplarınla sınıfta bir köşede oturuyorsun. İki büyük arasındaki konuşmaya kulak kesiliyorsun. Her şeyin bir sonu vardır diyor biri diğerine. Ansızın, için için ağlamak deyimiyle tanışıyorsun. İlk gün destek olduğun, her zaman sana destek olan Büşra'yı birgün göremeyecek olma fikrini kabullenmiyorsun tabi. O küçük ihtimal üzerine ağlıyorsun, neden sorularına cevap vermeden.
Derken yıllar geçiyor. Zeka yaşının büyümeyişinden midir, yoksa beyninin yoğun olarak sağ tarafının çalışmasından mıdır bilinmez, hala kabullenemiyorsun ortada olan gerçeği. Birgün yaşamlarınızın kesişeceğine dair inancı hiç yitirmeden geçiyor günlerin..
Yıllar sonra kabulleniyorsun.. Ama ne kabullenme.
Geçmişe şöyle bir bakıyorsun, geride zamana, belki de mesafelere yenik düşen arkadaşlıklar görüyorsun. İçin acıyor haliyle.
Ego savaşından, ya da anlamsız gururdan sıyrılma savaşı verirken kendi içinde, senin olman ya da olmaman onun umrunda olmuyor.
O güne kadar hiç şüphe etmediğin arkadaşlığını sorgularken buluyorsun kendini. Eğer hissedilenler gerçekse, iyi ki gidiyorsun hediyesi gerçekse,şimdilerde böylesine uzak oluşunun bir açıklaması olmalı diyorsun. Maalesef olmuyor.
Zamanın sıradanlığında kaybolduğunu kabullenmek ağır geliyor, ve yine zamanla alışıyorsun bu duruma.
Hani eski filmlerde bir sahne vardır. Esas oğlan / kız çaresizce, yıllar önce yanlış anlaşılma sonucu kaybettiği sevdiceğini bulmak için adrese gider. Kapıyı bir yabancı açar ve tüm soğukluğuyla : "Onlar taşındı yavrum" der. Geç kalmışsındır çok geç.
İnciden lezzetlerin kapandığını gördüğümde, ben de onlar taşındı yavrum dedim kendi kendime. Ve geç kalmış hissettim. Ama bu kez o filmlerden biraz farklı, affettirmek için değil, affetmek için çok geç hissettim.
Şu anki ruh halim : Ararsa açmıcam ( Allahıma arıyor)
Evet, hayatımın bir gerçek kesitinin daha sonuna geldik.
Büşra (23) : Evli ve iki çocuk annesi. Mutlu bir yaşam sürüyor. Geçmişi gülerek hatırlıyor.
Merve (23) : İlk okul arkadaşını otobüste görmenin sevincini yaşamadan, biz niye böyle olduk üzüntüsünü yaşıyor. Şu an http://www.youtube.com/watch?v=KWKV9DXqt6Y dinleyerek uyuyuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder